James
"Özgür kuşlar ve serseri dâhiler inanç insanları değillerdir derler." Tahtıma oturmuş bacağımı bacağımın üzerine koymuştum. Gözlerimi yorgun halde önümde, birkaç basamak aşağıda yere oturan herife dikmiştim. Dirseğimi koltuğumun kol koyulan kısmına basıtrmış, başımı ise elime yaslamıştım.
Kutsal topraklara varalı birkaç gün olmuştu. Karanlık Krallığına mahsus sarayda en yukarı katta, yani taht odamdaydım. Bu saray diğerlerinden farklıydı. Tavanı tamamen açıktı, büyü sayesinde yağmurdan ve davetsiz misafirlerden korunuyordu. Yani her ne kadar gökyüzünü görsem de görünmez tavanı geçmek kolay değildi. Etraf siyah ve onun tonlarıyla süslenmişti, ama siyah iyiydi, iyi geliyordu.
"O kadar kibirlisin ki..." Gözlerimi kıstım. Önümde yere oturup baş eğmiş adamı sırıtarak izliyordum. "...birisini seç desem serseri dahi olmayı seçerdin, değil mi? Sonuçta Işık Krallığının bir bireyi olarak..." Başımı elimden kaldırdım. İşaret parmağımı sallayarak konuşmaya devam ettim. "...inancını kaybetmişsin."
"Pişmanım, kralım." Utanmaz herif konuşmaya devam ediyordu.
Çenemi kaldırdım. Tek kaşım havalanmıştı. "Işık krallığına ihanet edip bizim tarafa geçtiğinde sana güvenerek büyük hata yaptık, anlaşılan." Gözlerim Henry'ye kaydı. Elimi çeneme bastırdım. "Değil mi, komutan?"
Henry baş eğmişti. "Ekselansları, izninizle adamın kellesini keselim."
Elimi çenemden kaldırıp alınıma bastırdım. "Şimdi mi?" Aniden sesimi yükselttim. "İhanetini bildikten sonra bunu ben de yapabilirim, kahrolası!" Nefes nefese kalmıştım. "Bunu önceden anlamalıydınız!" Gözlerimdeki öfke çığlıkları sessizliği bozuyordu. "Bu herife güvendik!" Doğruldum. "O ise ilk fırsatta Işık Krallığına kaçmaya yeltendi."
"Ben... ben geri dönmeliydim!" Önümde iki büklüm olmuş herif ağlıyordu. "Âşık olduğum kadını Işık krallığında yalnız bırakamazdım! Bizim kaderimiz beraber yazıldı!"
Geriye yaslanıp kanepeye yaslandım. Aşk? Kafamı hafif öne eğip saçlarımın alınımı ve mavi gözlerimi kapatmasına izin verdim. "Tanrı? Serseri bir dâhinin Tanrıdan bahsetmesi doğru değil. Aşk?" Dudaklarım kıvrıldı. "Duydun mu, Tanrı?" diye haykırdım öfkeyle gökyüzüne. "Bana bir kadın gönder. Bana eziyet edecek birini. Beni yok sayacak birini." Gözlerimi yeniden herife diktim. "Belki o zaman bu..." Gözlerimi iğrenircesine kıstım. "...lanet olası hainin ne gibi bir piç uğruna Karanlık Krallığına ihanet ettiğini anlarım." Bir süre sonra sakinleşip geriye yaslandım. Parmaklarımı çenemde dolaştırıp, sırıtarak, adama baktım. "Ama o aşk denen saçmalık..." Elimi salladım, yüzümdeki sırıtma silinmişti. "...şefkat istiyordu, değil mi?" Gözlerimi yeniden herife diktim, dudaklarım kıvrıldı. Öne doğru birazcık eğildim. "Kötü, şefkat hissetmez, öyle değil mi?"
"İmanla kuşkunun bir arada olamayacağını kim söyledi size?" Dişlerini sıkarak söylemişti bu saçma cümleyi. Henry adamın bu cesaretine ödül olarak sırtına vurdu. Ben ise bu durum karşısında sadece tek kaşımı kaldırmış, gülümsüyordum.
"İmanla kuşku ve kötü ile şefkat? Karşılaştırman bile..." Gözlerimi kıstım. "...Işık Krallığı tarzında! Tanrıdan bahsetmediğiniz tek an bile yok. Ne mide bulandırıcı ama." Koltuğuma yayıldım. "Senin yüzünden bu gece cariyelerimle olan eğlencemden mahrum kaldım. Hm? Söylesene ne yapsam? Seni de sevdiğin kadından mı ayırsam." İç çektim. "Belki o zaman acımı anlarsın." Gözlerim Henry'yi buldu. Henry kafasıyla onaylayıp çıkmıştı. Birkaç dakika sonra kadını içeri almışlardı.
"Hayır, lütfen, kralım!" Herif bağırıyordu. Kadın da ondan farksız sayılmazdı. Yanaklarından akan yaşlar narin yüzüne farklı bir hava katıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Büyülenmiş Zaman
FantasyJasmin, Işık Krallığının veliaht prensinin nişanlısı iken karşılaştığı sorunlardan yorulmuştur. Her şeye bir ara vermek adına katılmayı umduğu kampta ilgisini çeken büyülü eşya onu Karanlık Krallığının cariye gecesine götürür. Veliaht prensler, pren...