𖥸'38

317 27 2
                                    

Jasmin

"Kıtır kıtır yemeli bir adamdı..." Amelia gözlerini pencereden dışarı dikmiş yüzünde aptal bir gülümseme ile konuşuyordu. "...hayalimdeki erkek ve prens Esteban tam olarak kıtır kıtır yemeli." Şapkası bir yerlere fırlamış. Kırmızı saçları ise adeta her kafasını hareket ettirdiğinde dans ediyordu.

"Beni anladınız, değil mi, prenses?" Gözlerimi kısarak Amelia'ya baktım. Prensesin odasına gelmiştik. Geldikten sonra prenseslere yeni planımdan bahsetmiştim. Esteban'ı, Amelia'ya âşık edecektik. Yani umarım. Benden sonra meyve desenli elbise giyinen Amelia'ya âşık olması her ne kadar imkansız dursa da ona tüyolar verecektim; sanki ben Esteban'la ilgili bir şeyler biliyormuşum gibi. Fakat ben zamanda geri gelmeden önce, ikisi çok iyi anlaştığını görmüştüm. Umarım yanılmıyorumdur. Yanılıyor olsam da iki âşık olacaklardı, ne sakıncası var?

"Anladım." Amelia iki kolunu da açarak ayağa kalktı. "Çok iyi anladım." Kollarını kendine sarıp yerinde dönmeye başladı. Gözlerimi prenses Karen'e diktim. O da tuhaf şekilde bana bakıyordu. Amelia âşık olmuştu, ama aşk ona pek de yaramamış gibiydi.

Hizmetçi içeri girdiğinde Amelia'nın halini görüp duraksadı. "Devam et," dedi Karen hizmetçiye bakarak. "Prenses Amelia bugün fazla neşeli sadece."

Hizmetçi biraz daha bize yaklaştı. "Leydi Jasmin, kralımız sizi görmek istiyor." Ha? Beni? Beni?!

Nefesimi tuttum. "Nasıl yani?" Sesim fısıltı gibi çıkmıştı ve neyse ki kimse beni duymamıştı. Herkesin odak noktası Amelia olduğundan şu an bu duruma şaşıramıyorlardı. "Tabii," dedim gülümseyerek. Karen şüphelenmemişti bile. Onun da şu an aklındaki tek isim Amelia'ydı. Şüphelenmiş olsa bile sonraya saklamış olabilirdi.

Dışarı çıktığımızda koluma yapışan hıyar dikkatimi dağıttı. "Leydim, bana yardım edin!"

Onu itmiştim. Kaşlarını çatarak bana baktığında göz devirdim. "Prenses Karen buradayken eski nişanlını bakıcın olarak getirdiğin yetmiyormuş gibi, bir de koluna sarılıyorsunuz ya hani!" Kaşlarımı kaldırdım.

"Ha..." Yüzünü yine endişe kapladı. "...Karen için özel bir şeyler yapmak istiyorum." Bana ne? "Ama ne yapacağımı bilmiyorum." Peki, bundan bana ne? Tek kaşımı kaldırıp bıkkın gözlerle onu izlediğimi görüp devam etti. "Ona çiçek hediye ettim." Bana- Bir dakika ne?!

Kaşlarımı çatarak prense baktım. "Çiçek perisine çiçek mi hediye ettiniz?" Harbi salaksın! Joseph ellerini önünde birleştirip kafasını yere eğdi. Mahcup? İlk defa yüzünde bu ifadeyi görmüştüm. Açıkcası bu biraz bana, Joseph'le geçirdiğim yılların sadece zaman kaybı olduğunu hatırlatıyordu. Daha önce benim için onu hiç böyle görmemiştim. Bak, bizim kızı, yani Karen'i -sonuçta delikanlımın üvey kızı benim de kızımdır- seviyor gibi, duruyorsun, hıyar, ama beynini kullanmadığın için hep sorun çıkıyor.

"Şu an kral beni çağırıyor." O koca adamla ilgilendikten sonra sana zaman ayıracağım. Zaten Esteban'dan sonra kafam şişmişti. Tanrı sizleri bana teker teker gönderiyordu sanki.

"Acaba benimle mi ilgili?!" Joseph ellerini yanaklarına bastırdı. Kıyafeti resmen gözlerimi kamaştırıyordu. Neden bu kadar altın deseni kullanmıştı ki! Bu hıyar yüzünden Işık Krallığı iflas ederse şaşırmam. Hatta altınlar bittikten sonra kesin, beni hâlâ seviyor musunuz, halkım, diye soracaktır. Aynı beni aldattıktan sonra, beni sevmiyor musun, diye sorduğu gibi. Beyin yok ki beyin. Hıyardan ne beyin beklenir ki? Ha, doğru o artık turşuydu.

Prens Joseph'i geride bırakıp yoluma devam ettim. Hizmetçi, ben Joseph'le, konuştuğum süreçte bizi dinleyemeyecek bir mesafede durmuş beni bekliyordu. "Biz..." Etrafa baktım. "...saraydan çıkıyor muyuz?" Kaşlarım çatılmıştı. Neler oluyor?

"Evet," dedi hizmetçi önüne bakarken, "kralımız sizi dışarıda bekliyor." Kısa bir süre yürümüştük. Etrafa bakarak kendime, sarayın cazibesinden etkilenmeye izin verdim. Demek, James minik bir bebekken de burada dolaşıyordu. Onun o ufak ayaklarını ısırırım! Kendine gel, Jasmin, kendine gel! Doğruldum. Sonunda tuhaf bir yere gelmiştik. "Kral, onu burada beklemenizi söyledi." Hizmetçinin yüzüne, ona pek de güvenmediğimi belli eden bir bakış attım. "Endişelenmeyin, hemen geleceğini, söyledi." Hatta hemen geleceğini, söyledi, öyle mi?

Hizmetçi gözden kaybolduktan sonra etrafı inceledim; bir krizantem bahçesiydi. Oğluma krizantemle ilgili anlattığım hikâyeyi hatırlatmıştı. Gözlerimi gülümserken gökyüzüne diktim. Krizantemle ilgili James da bana bir şeyler sormuştu aslında. Şimdi düşününce, hizmetçiye, bu bahçenin ne zamandan beridir var olduğunu sormalıydım. Sonuçta krizantem nadir bulunan bir çiçek değildi, yani sırf burada bahçesi var diye James beni hatırlıyor sayılmazdı. Yoksa hatırlıyor muydu?

Mor elbisemin eteğini düzelterek zamanın geçmesini bekliyordum. Beyaz, uzun saçlarımı açık bırakmıştım.

"Prens Esteban'la..." Gözlerimi kocaman açtım. Bu... oydu. Ve vücudumda ve kalbimde bıraktığı tüm etkiyle, arkamda duruyordu. "...konuşmanız nasıl geçti?" Esteban ne alaka? Beni onunla ilgili sorular sormak için mi buraya çağırdın!

James'e doğru dönmedim. Gözlerimi önüme dikmiş halde, konuşmaya başladım. "Sadece alt tarafı konuşuyorduk. Kendisi benim eski arkadaşım." Bunu sorma cesaretini nereden buluyordu, bu adam? Kral olmasan, bu saray senin olmasa, burada seni koruyabilecek binlerce şövalyen de olmasa sana yapacağımı biliyorum!

"Annem de babamla alt tarafı konuşuyordu." Ne alaka? Ne diyor bu?  Evet, sabrımı test ediyorsan izin vereceğim konuş, çünkü çok güzel sesin var. James'e doğru gözlerimi kısarak döndüm. Az önceki palyaço kılığı tamamen gitmişti. Her zamanki karizmatik adamdı. Beyaz nasıl bu kadar erotik olabilir ki?! Kalbim atmayı mı unuttu? Ştt, sana diyorum, hemen atmaya devam et. Bana megavatlık bir gülümseme sundu. Yutkunamıyordum bile. Ah, hayır, bunu yapamazsın, seni yaramaz, seksi adam! Sert yanlarını örtmek için harcadığı onca çabaya rağmen, içindeki savaş meydanlarının fedaisi hâlâ kendini belli ediyordu.

Kaşlarımı kaldırdım. Olabilir mi? "Beni..." Sesim kısıktı. "...hatırlıyorsun?" Sadece hatırla, beni sevdiğini hatırla. Bu cesaret bana nereden gelmişti? Gözleri dudaklarıma indi. Bu gerçek olabilir miydi? Tanrım! Neden gözlerim doldu ki?! Ellerini belime bastırıp beni kendine çekti. Dudağıma kendisi ufak ama etkisi büyük bir öpücük kondurdu.

Ayrıldığımızda gözlerini gözlerime dikmişti. Bir elini kaldırıp, yanağıma ne zaman atladığını bilmediğim gözyaşımı sildi. Ben ise bir elimi kaldırıp onun koluna koydum. Diğer elimi ise yanağına bastırdım. James'in da gözleri dolmuştu. Yanağına yön bulmuş gözyaşını parmağımın iç kısmıyla sildim. "Çünkü sadece tenler değil..." O baştan çıkarıcı, o kalın ses. "...aynı zamanda ruhlardı birbirine kenetlenen." Ve dudaklarımız, gözyaşlarıma aldırmadan kavuştu. Kollarımı kaldırıp, boynuna dolamış, onu daha çok kendime bastırmıştım.

Büyülenmiş ZamanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin