𖥸'27

420 26 0
                                    

Gözlerimi yavaşça açtım. Sırtımda hissettiğim minik öpücükler karıncalanmama neden oluyordu. Sol tarafa uzanmıştım. Yanımda kim olduğunu, elbette, biliyordum. Dudaklarıma yumuşak bir gülümseme kondu. Huzurluydum, hiç olmadığım kadar huzurluydum.

James çenesini omuzuma bastırıp kulağıma fısıldamıştı. "Günaydın, ışığım benim." Gülünce burnumu buruşturmuştum. Işık mı? Bu bana hıyarı hatırlatıyordu! Tanrım, şimdi değil, şimdi değil. Aklımdan defol ışık! "Karanlıkta ışığım olduğun için..." Kalın ve yorgun sesi kulaklarımı neşelendiriyordu. "...teşekkür ederim." Teşekkür? Ruh halim düşmeye başladı. Teşekkür etmişti. Hiç kimse hayatında olduğum için bana teşekkür etmezken o, teşekkür etmişti. Öz ışığımla yaşıyordum ben, gene ben içiyordum benden taşan alevleri. "Noldu?" Bu defa sesinde bir itiraz, bir anlaşılmazlık vardı. Kollarını belime doladığında ne olduğunu anlamadan beni sırtüstü uzattı. Gözleri yüzümde dolaştıkça kaşları çatılmaya devam ediyordu. Onu sinirlendirmek istememiştim. Bu manzarayı hiç istememiştim. "Neden ağlıyorsun?" Ağlıyor muyum? Burnumu çektim. Ağlıyordum.

Gözlerimi ondan kaçırdım. Galiba onu daha fazla sinirlendirmesem iyi olurdu. Sonuçta önümde Karanlık Krallığının kralı duruyordu. Akıllı olup yönetimi elimde tutmalıydım. Ve eğer söz konusu yöneten olmaksa aptala yatmak en iyisiydi. Böylece önündeki seni zararsız görür, sen ise istediğin her şeyi yapabilirdin. İnsanlar hiçbir zaman beni gerçekten tanımadı. Hep çıkarlarım oldu ve onların da hep çıkarları oldu. "Bana teşekkür ettin." Hâlâ gözlerine bakamıyordum. Yani en azından bakamıyormuş gibi, davranıyordum. Durun... Kendimi daha da aklayayım: bakamadığımı sanıyordum. "Hayatımda hiç birisi onunla olduğum için teşekkür etmedi." Aman Tanrım! Şu rezil cümleye baksanıza! Bu bana yakışmayan bir davranış biçimi! Sonuçta kimsenin teşekkürüne ihtiyaç duymayan bir dâhiyim!

Çenemde ellerini hissettim. Parmaklarımı çeneme sürttükten sonra yavaşça çenemi kaldırmıştı. İyice üzerime uzanmış bir pozisyondaydı. Gözlerime baktı. Rahat görünüyordu, yani en azından sinirli değildi ve buradan yaşayan bir Jasmin olarak çıkabilirdim. "Buna sevindim." Efendim? "Sadece benim teşekkür etmem gerekiyor." Yaklaşıp burnunu burnuma sürttü. "Benim hatunumdan da bu beklenirdi." Dudağıma minik öpücük kondurduğunda yanaklarım yeniden yanmaya başlamıştı.

Ellerimi göğsüne bastırıp onu hafifçe ittim. "Gitmiyor musunuz? Yani..." Böyle soru mu sorulur? Hemen kendini akla! Kendini aklamak için en mükemmel yöntemi kullan: başkasının üzerine suçu atmak! "...dük, dükalığa geri dönmüş. Erken saatlerde burada olmanız onu kızdırabilir." Aslında pek yalan sayılmaz. Babam, benimle ilgilenmese de yanıma yaklaşan erkek ırkına karşı hep önyargılıydı. Joseph'le nişanlanmama da sırf ben zorlamıştım diye kabul etmişti. Mantıklı düşününce aslında bu evlilikte oğlunun, yani dükalığının çıkarı da vardı. Bunu zaten söylemiştim.

Derin nefes aldı ve nefesini yavaşça verdi. Üzerimden kalktığında bir süre öylece kaldım. Ardından toparlanıp battaniyelerden birisini üzerime çekmiştim. Yatakta oturur pozisyona geldiğimde kafamı sağa çevirdim. Pantolonunu giyinmişti. Kahve ve siyah karışımı bir lord takımıyla yanıma gelmişti. Gözlerimi çıplak sırtında dolaştırırken yanaklarım yanma konusunda kararlıydı. Duygular... Keşke duygularımı yönetebilseydim. Bu harika olurdu! Herkesi her şeye inandırabilirdim. Böyle de inandırıyordum tabii, ama öyle olunca daha etkiliydi, mesela şu an yanaklarım yanmıyor olurdu.

Eğildiğinde ne yaptığını anlamak için doğruldum. Kafamı kaldırıp onu izliyordum. Adeta bir şaheserdi. Anneler neler doğuruyor işte. Elinde kitap benzeri bir şey tutuyordu. "Bu da ne? "Aptallar için ayrılma rehberi" mi?" Kaşlarımı kaldırdım. Olamaz, olamaz! Orada başka bir kitap da vardı. Samuel'in gelecekten getirdiği güya benim yazdığım zaman büyüsü kitabı, umarım fark etmezdi. Bu kitabı ise leydi Olivia hediye etmişti. Hıyardan ayrılmaya çalışma dönemlerimdi. Leydi Olivia... İç çektim.

Büyülenmiş ZamanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin