𖥸'9

703 56 2
                                    

Kollarımda mesken tutan o ellerin sahibi beni kendine çekti. Neden bu kadar yakındık? Neden bu kadar yakın? Belki de bana güç verebilmek için o yakışıklı yüzünü gösteriyordur? Gözlerimi yüzünde dolaştırdım. Yakışıklı olduğunuz kadar vay ananı avradınısınız da. Bedenlerimizin bütün oluşu kısa sürmüştü, çünkü kendimi kucağında bulduğumda gözlerimi kocaman açıp yüzüne bakmakla meşguldüm. "Çok tatlısın," dedi burnunu burnuma sürterek. Tatlı? Çekici, güzel, kurnaz ve akıllı söyleyen çok fazla olmuştu, ama tatlı? Peki, neden tatlı olduğumu birisi söylediği için içimde böylesine bahar açıyordu? Birisi, en azından başka birisi bana tatlı derse delirirdim herhalde.

Yürümeye koyulduğunda kollarımı düşmemek adına boynuna doladım. Dudaklarım açılmıyordu, konuşamıyordum. Gözlerimi önüne bakan adama diktim. Yüzünü dikkatle inceledikçe daha fazla sarsılıyorum. Gözlerimi hızla yüzünde çektim ve kafamı omuzuma doğru eğdim. Bu adam her kimse... bana iyi gelmemişti.

Aniden gözlerimi kocaman açtım! Biz nereye gidiyoruz?! "Nereye gidiyoruz?" Sonunda sorabilmiştim. Kalbim çok hızlı çarpıyordu ve göğüs kafesimi parçalamak istiyordu. Gözlerim, onun baktığı yere diktiğimde kocaman açıldı. Nefesimi tuttum adeta... Neden biz kralın tahtına doğru gidiyoruz? Olabilir mi? İyi ki Dorian, kraldan uzak dur, demişti. Demese neler olurdu merak bile etmiyorum. Yeniden yüzüne baktım, gözlerim boynuna kaydı. Ya da ediyorum, evet, çok merak ediyorum.

Adam tahta oturduğunda ben de kucağına oturmuş vaziyetteydim. Ellerini katiyen üzerimden çekmek fikri yok gibiydi. Gözlerimi onun yüzüne dikmiştim. Gözleri benimle buluştuğunda yutkunmamak için baya mücadele verdim. Yaklaşıp burnunu burnuma sürttüğünde dayanamayıp yutkunmuştum. Üstelik o da ne?! Neden kollarım hâlâ boynuna dolanmış halde? Ama çekemedim, yapamadım. Sanki çivi gibi çakılmış, hareket edemiyordum. Ağzını köprücük kemiğimin üzerine bastırdı. Ürpermiştim ve bu refleksime cevap olarak, tenime değen dudaklarıyla gülümsediğini anladım. "Benden korkuyor musun?" Ayrılıp geriye yaslandı.

"Ben..." Ne diyebilirdim ki? Tabii ki korkuyorum!

"Peki." Gözlerini kıstı. "Nefret ediyor musun?"

"Hayır... öyle değil..." Ne düşünüyorsun, adamım? Senden nefret ettiğimi söyleyip kellemin kesilmesini mi? O kadar aptal değilim, şükürler olsun.

Gözlerimi ondan çekip etrafta dolaştırdığımda herkesin bize baktığını gördüm. Hatta o bile... kralın gözde cariyesi. Kadın kaşlarını çatmış, merakla bizi izliyordu. Nefesimi dizginlemeye çalıştım, ama planlamadığım bir şey olmuştu. Gerçi, bugün planlamadığım o kadar çok şey olmuştu ki! Kucağında oturduğum adam kafasını boynuma gömmüştü. Midemdeki ısı... tarif edemeyeceğim kadar tuhaf ve yabancı. Bu dudaklar benim tenime yabancıydı. Üstelik gözde cariyeye bakarken, kral tarafından yenmek, ona karşı bir meydan okuma değil miydi?

"Neden böylesin?" Boynumda dolaşan sesin ne ima ettiğiyle ilgili en ufak fikrim yoktu. Kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Çok yakındık, öyle ki burunlarımız çarpışmaya hazırlanıyordu. "Neden bu kadar tatlısın." Gözlerimi kocaman açtım. Bu durumumum karşısında kralın kahkahası salonu süslemişti. Gözlerimi sıkıca kapattım. Küçücük olup, yok olmak, istedim. Herkes zaten bize bakıyordu, buna hiç gerek yoktu. Anlıyordum... neden bu kadar cariyesi olduğunu. Bu adama elini veren kolunu kaptırırdı.

Bir eli çıplak sırtımaydı, diğerini ise kucağına aldığı andan beridir kalçamda oyalanıyordu. Nabzımın kulağımda çarptığını duyabiliyordum. Bu kadar etkilenmem normal miydi? Değildi! Kalçamdaki elini çekti. Biraz rahatlamıştım ki elimi avucuna aldı. İşaret parmağımı ağzının derinliklerine sokup yavaşça emdi. Bu da neyin nesiydi? Parmağımın bu derecede hassas bir bölge olabileceğini asla düşünmemiştim. Parmak uçlarımı ısırarak mırıldandı. "Böyle kızardığında bana nasıl hissettirdiğini bilseydin o ürkek bakışı göstermezdin." Kızarmak? Ben kızarmış mıydım?

Büyülenmiş ZamanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin