James
Henry ile anlaştığımız üzere beni ormana atmışlardı. Asıl amacımı unutmamam için hep tekrarlıyordu: güç topunu almak. İç çekerek etrafta yürümeye koyulduğumda koca ağaçlar karşısında ne kadar da ufacık olduğumu hissettim. Yüzümü öfke sarmıştı. Bu durum o kadar sinir bozucuydu ki! Doğru dürüst silah bile kullanamıyordum! Ayağım kaydığında kendimi yerde bulmuştum. Uflayarak ayağa kalkıp üzerimi düzelttim. Çocuk formunda olmam bazen çocuk gibi davranmama, hatta maalesef ki ağlamama neden oluyordu.
Birkaç adım gittikten sonra kafamı çevirip etrafı izledim. Etrafı izlediğimden önümde beliren küçük, ama sivri taşı fark etmemiştim. Taşa takıldığımda ise doğruca kendimi yerde buldu. Yüzüm toprağa yapışmış vaziyetteydi. Kafamı kaldırmaya bile mecalim kalmamıştı. Çocuk bedenim çok çabuk hareket edebiliyordu, ama o kadar da çabuk yoruluyordu. Ellerimi yumruk yapıp ağlayarak yeri yumruklarken havalandığımı hissettim. Burnumu çekip yeri izlemeye devam ettim, çünkü söylediğim gibi yüzüstü yerde uzanmıştım. Kendimi bir adamın kucağında bulduğumda şaşkın suratımla adamı inceledim. Uzun ve maalesef ki yakışıklı olan adam hayatımı kurtarmıştı. Gülümseyerek adama sarıldığımda adam bir şeyler söyleyip yürümeye koyulmuştu.
"O veledi- yani çocuğu neden buraya getirdin?!" Duyduğum sesle mutluluktan kapanan gözlerimi kocaman açtım. "Sana sadece annesine çocuğunuz çok yaramaz diye bağır- yani uyar, demiştim!" Bu kadın oydu... Ve önümde saçma sapan konuşuyordu. Kaşlarım iyice çatılmıştı. Kadın kafasını bana doğru eğip birkaç şey daha mızmızlandı. Sen benim kadınımdın ve senin bu yakışıklı piçin yanında ne işin vardı?! Bu sana ceza olsun! Burnunu ısırdığımda çığlığı tüm ormanı süslemekle meşguldü. Beni kucağında tutan kas yığını zorla dişlerimi kadının burnundan ayırmıştı. Kadın uflayarak burnunu incelerken öfkeli gözlerimi bir an bile olsun ondan çekmiyordum.
"Anne, iyi misin?" Ney? Tek kaşımı kaldırıp adama baktım. Gözlerimi kırpıştırarak kucağında oturduğum adama bakmaya devam ettim. Bu da neyin nesi? "Anne?" Anne? Nasıl anne? Acaba... bu kadın da... Gözlerimi kadına diktim. Benim gibi ufalmış mıydı? Gözlerim kocaman açıldı. Yani bu kadın yaşlı mıydı? Ben yaşlı bir kadınla? Ama... Kafamı ikili aralarında konuşurken sağa sola salladım. Bu imkansızdı. Bu adam bu kadının oğlu olamazdı. Öncelikle kadının ilki bendim ve bunu biliyordum. İlk defa bir kadının ilki olmanın verdiği bu gururu göz ardı edemezdim.
"Şu vahşiyi benden uzak tut!" Kadınım birkaç adım benden uzağa gitti. Tek kaşımı kaldırıp onu izlemeye devam ettim. "Beni ısırdı! Beni ısırdı!" Ben daha seni çok ısıracağım, bekle sen.
"Anne, sakin ol, o bir bebek." Gözlerim öfkeyle adamı buldu. Bebek senin babandır, it oğlu it.
Kadın işaret parmağını kaldırarak bana dikti. "Bu... bu çocuk normal değil." Dudaklarım ona bakarken kurnaz bir biçimde kıvrıldı. Kadının yüzünü korku kaplamıştı. Kucağında oturduğum adam bana baktığında ise yüzüme masum bir bebek ifadesi sardım.
"Gayet normal ve tatlı." Parmaklarıyla tontiş yanağımı sıkıyordu. "Ve çok tatlı." Senin parmaklarını kıracağım bekle. Zorla gülmeye devam ediyordum.
***
"Yani önünüze çıkan ilk çocuğu buraya getirdiniz, öyle mi?" Kim olduğunu bilmediğim bir kadın bıkmış gözlerini bana dikmişti. Az önce çadır benzeri bir yere gelmiştik. Burada mı kalıyorlardı? Kadınım bir çingene miydi? Gözlerimi kadınıma diktim. Kadın burnuna nereden aldığını bilmediğim bir buz koymuştu. "Leydim, amacımız çabuk bir şekilde lord Jacob'a gitmek değil mi?!" Mızmızlanan leydinin yüzü endişeye kapılmıştı. Leydi mi? Lord Jacob mu? O da kim? Kaşlarımı çatıp kadınıma baktım. Kucağında oturduğum kas yığını da benimle iki kadını izliyordu. Neredeyse on dakika önce buraya gelmiştik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Büyülenmiş Zaman
FantasíaJasmin, Işık Krallığının veliaht prensinin nişanlısı iken karşılaştığı sorunlardan yorulmuştur. Her şeye bir ara vermek adına katılmayı umduğu kampta ilgisini çeken büyülü eşya onu Karanlık Krallığının cariye gecesine götürür. Veliaht prensler, pren...