𖥸'33

348 30 0
                                    

Prens Joseph'le at arabasında seyahat mı? Keşke şu an daha farklı bir işkence seçebilseydim. Atlar uçabiliyordu, çünkü Joseph'a Hava Krallığının yakışıklı kralı hediye etmişti. O yüzden durmadan ani dönüşler yapıyordu ve yanlışlıkla Joseph, benim üzerime düşüyordu. Ama yeter artık! Neredeyse birkaç saat önce Karanlık Krallığının sınırlarını geçmiş, saraya gidiyorduk. Peşimizden abartılı bir şekilde seksen at arabası geliyordu. Neden mi seksen? Ben de bunu sordum. Prens Joseph yüksek zekasını kullanarak bana şu cevabı verdi: "Sekiz sonsuzluğa benziyor. Bizim prenses Karen'le olan sonsuz aşkımızı gösteriyor." Ne?

En son Joseph, kucağımda uzanır pozisyondaydı. Öfkeli yüzümü yatıştırmaya çalıştım. Gözlerimi Joseph'a diktiğimde yüzünde mahçup bir gülümseme vardı. Aman ne romantik bir sahne! "Bacaklarım kırılıyor kalk üzerimden!" Onu yere attığımda at arabasının kapısı açıldı. Olamaz! Biz varmış mıydık? Bu atlar çok hızlıydı.

Gözlerimi kapıdan dışarı diktim. Sıra halinde dikilmiş hizmetçiler, kocaman bir saray... hayır... olamaz... Fazlasıyla şaşaalı olan kısma baktım. Geldiğimiz andan beri oraya bakamıyordum, çünkü o kadar karışıktı ki. Leydilerin ve lordların abartılı kıyafetleri... Kapının önünde, ben ittiğim için yere uzanan Joseph'i izleyen Karen muydu? Olamaz! rezil olduk! Sadece onlar da değil! Prenses Amelia ve arşidüşes Isabella da vardı. Ve daha birkaç tane insan. Nefesimi tuttum. Ölmek için harika bir zaman.

Ve... James nerede? Aklıma saçma şeyler gelmeye başladı: ya Dorian yok olup yerine Kristian geçtiği gibi James da kaybolup yerine başka birisi geçmişse? Delirdim değil mi? Hayır sadece onu özledim, onu çok özledim.

***

Sarayın büyük salonlarından birisinde oturuyorduk. Galiba doğu salonuydu. Kocaman kanepeler, insanın yüzüne bakarak sanki insanın onun yanında ne kadar aciz ve küçük olduğunu gösteriyordu. Salon her şeyiyle büyüleyici ve ürkütücüydü. Halı olarak tanımadığım ve mümkünse tanımak da istemediğim vahşi bir hayvanın derisini kullanmışlardı. Halıdan gözlerimi çekip yüzümü buruşturdum. İğrenç bir şeydi, bakmak bile istemiyordum.

"Halıyı beğendiniz mi, leydi Jaslin?" Gözlerimi, ismimi yanlış demesine rağmen utanmayan leydiye diktim. Kim olduğunu bilmiyordum, ama çok güzeldi. "Kralımız kendisi bu hayvanı avlamış." Gözlerini halıya dikti. "Kralımız avlanmayı çok sever. Ruhunun bu şekilde rahatladığını söyler." Düşününce... James hakkında hiçbir şey bilmiyordum.

Kafamı aşağı yukarı sallayıp zoraki bir gülümseme sundum. "Benim ismim Jaslin değil, Jasmin. Kusura bakmayın, kim olduğunuzu bilmiyorum. Kendinizi taktim etmediniz." Doğru, bu leydi, biz salona girdikten birkaç dakika sonra gelmişti. Aslında onu bahçede Karen'in yanında görmüştüm, ama sonra gözden kaybolmuştu.

Gülümsedi. Elini yumruk halinde yapıp dudaklarına yaklaştırdı. "Ah, beni burada herkes tanır." Sanki takdim edilmeyi bekliyordu. İsmimi yanlış dediği için özür bile dilememişti. Gözlerini benden kaçırdı. "O yüzden unutmuşum. Kusura bakmayın." Odada ben, Amelia, Karen ve bu kadın vardı. Joseph az önce önemli bir mesele yüzünden salonu terk etmişti. Hep Amelia'nın yanında olan arşidüşes, bu defa ortalıkta yoktu. Amelia ise bıkmış halde, kanepeye yayılmış bizi izliyordu. "Ben..." Kadın ayağa kalkıp reverans yaptı. "...Karanlık Krallığının kralının nişanlısı Su Krallığının prensesi Sophia." Gözlerimi kocaman açtım. Ne?

"Ne?!" Amelia da doğrulmuştu. Sophia yeniden kanepeye oturdu. "Bu, henüz resmi değil, prenses Sophia." Amelia kaşlarını çatmış, prensesi izliyordu.

"Öyle olsa bile resmi olması için buradayım." Sophia kaşlarını kaldırarak Amelia'ya baktı. Fazlasıyla sakindi. "İsterseniz bu mevzuları yabancılarla konuşmayalım."

Büyülenmiş ZamanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin