𖥸'30

358 27 0
                                    

Gözlerimi etrafta dolaştırdım. Tapınak her zamankinden daha süslüydü. Üzerimde beyaz ve tuhaf bir elbise vardı. Buna gelinlik diyorlardı. Yeniden etrafa baktım. Koridorda refakatçim Joy ve ben vardık. Hizmetçiler ve özel modacılar çoktan gitmişti. Birazdan dük gelecek ve beni nikah salonuna götürecekti.

Samuel'le olan konuşmamızın üzerinden dört gün geçmişti. Bu dört günde çok fazla şey olmadı. Sadece Samuel'le büyü üzerinde çalıştık. Pek de başarılı olamamıştık, ama eskiye kıyasla biraz daha ileri gittiğimizi düşünüyordum. Derin nefes aldım. Dük önümde belirdiğinde sulu gözleriyle karşılaştım. "Kızım..." Yaklaşıp bana sarılmıştı. Göz devirmemek için dişlerimi sıktım. "...seni böyle görmek benim için öyle bir neşe ki!" Gözyaşların belli ediyor ne kadar neşe olduğu. Benim sarılmadığımı fark ettiğinde ayrıldı. "Şu an..." Burnunu çekti. "...çok heyecanlı olduğunu görüyorum." Aynı ifadesiz gözlerimi babama dikmiştim. Suratsız yüzümü okşadı. "Gidelim artık." Kolunu uzattığında hiçbir şey demeden koluna girdim.

Kocaman kapının önünde durduğumuzda ilk defa konunun ciddiyeti damarlarımda akan kanları bile ürpertmişti. Kapılar açıldığında ise onunla karşılaştım. Ne kadar yakışıklı ve büyüleyici. James beyaz ve siyah karışımı bir takımla önümde dikiliyordu.

Yanına vardığımda, dükün kolundan ayrılıp, onun koluna girdim. Keşke buradan kaçıp kurtulabilsem. Birkaç yeminler ve evetler. Bu süre neredeyse bitmeyecek gibi geldi. Lord Jacob gelmemişti. Normalde de Jacob'la yakın değildim, ama leydi Olivia'dan sonra yakınlaştığımızı sanmıştım. Sanırım yanılmıştım.

Nikah bittiğinde James alınıma öpücük kondurdu. Önemli birkaç kişinin tebrikleri ve sonrasında at arabasına geçmiştik. Bu süreçte ise hiç konuşmadık. Böylesi daha iyiydi. Kendimi James'e daha çok kaptırmamam gerekiyordu. James ne hissediyordu, bilmiyordum. Bilmek için de yüzüne bakmıyordum. At arabası tam hareket edecekken kapı çaldı. Gözlerimiz James'le buluşmuştu. James'in onayını duyduktan sonra kapı açıldı. "Leydim," dedi refakatçim Joy, "lord Jacob ve prens Joseph." Ne olduğunu anlamamıştım,ama endişem artıyordu, çünkü eğer beni, James'le düğünümüz sonrası rahatsız ediyorsa önemli bir şeyler olmalıydı. "Savaşa girmişler. Birbirleriyle!" Bu çok saçma! Jacob, Joseph'e sadakat yemini etmişti. Bir şövalye için sadakat yemini her şeyden önemliydi. Ben olaylara anlam yüklemeye çalışırken refakatçinin dediği son şey tüm taşları yerine koydu. "Luk topraklarına!" Tabii ya! Ben Luk topraklarında giriş yaptığımda bu durumu görmüştüm. Fazlasıyla korkunçtu. Olamaz, Jacob ölecekti. Fakat anlamıyorum, neden? Neden?

"Lordla iletişime geçmeye çalıştığımda..." Gözlerimi konuşmakta olan James'e diktim. "...her seferinde beni reddetti." James da şaşırmıştı.

"Oraya gidebilir miyiz?" Nikah sonrası bunu istemek belki saygısızcaydı, ama nedenini öğrenmeliydim. Jacob'u yeminini bozmaya mecbur eden neydi, anlamalıydım. Ve bunu şu an öğrenemezsem Jacob'la bilinmezliğe gömülecekti. Belki Jacob'u kurtarabilirdim bile.

James bana yanıt vermeyip şoföre yöneldi. "Bizi Luk topraklarına götür."

***

Yol boyunca James'le çok az konuşmuştuk. Konuşma konumuz ise benim endişemdi. James beni rahatlatmaya çalışıyordu, fakat bu, pek mümkün gibi durmuyordu. Sonunda at arabası Luk topraklarındaki saraya vardığında gözlerimi camdan dışarı diktim. Bir savaşın manzarası vardı. Korkunç bir savaşın. Yerde kan, su gibi akıyordu. Şövalyeler ikiye ayrılmıştı: Jacob'un ve Joseph'in şövalyeleri. At arabası durduğunda hızla indim. Elbisemin fazlalık olan kısımlarını çıkartmıştım.

Önümde fark ettiğim manzara çivi gibi çakılmama neden oldu. Gözlerimi önümdeki müthiş manzaradan ayıramıyordum. "Ben..." Aynı manzaraydı, daha önce gördüğümle aynı manzaraydı. Joseph, elindeki kılıcı Jacob'a dikmişti. Jacob ise dizleri üzerinde yerde oturuyordu. "...bu manzarayı daha önce gördüm." Mırıldanmıştım.

Büyülenmiş ZamanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin