Sabah her şey iyi gidiyor gibiydi, ama birden salondan gelen öfkeli sesle tüm huzur yok oldu. Fuat abi telefonda bir kadına o kadar çok hakaret edip bağırıyordu ki, şok olmuştum. İsmail ortada yoktu, nerde olduğunu da bilmiyordum.
Onur abi ve Demir abi, Fuat abinin elinden telefonu almak için onunla resmen güç savaşına girmişlerdi. Bu savaşı kimin kazanacağı belliyken ben ufak cüssemle mutfak kapısından olanları izliyordum. Fuat abi bağırırken gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı, dört arkadaşı bir olup onu engellemeye çalışırken hepsini savurup kapıya yöneldi.
Bir kez olsun arkasına bakmadan çekip giderken hala bağırıyordu. Evdeki ortam kasırga sonrası filmlerdeki gibiydi, kafasını tv sehpasına çarpan Eşref abinin yanına koştum. Kafasının köşesi yarılmış kanıyordu.
Herkes sus pus olmuş masada çıt çıkmazken kahvaltı yalan olmuştu. Elimizdeki çayları yudumlayıp boş gözlerle masayı izliyorduk. İsmail'i aradım ama telefonu kapalıydı, kesin bir şey olmuştu.
Güven elimi tutup sıktığında kafamı kaldırıp baktım, elindeki çatalda peynirle bana bakıyordu. Ağzımı açıp peyniri yerken bile aklımda sabah olanlar vardı.
Kimse konuşmuyor, yemek yemiyor sadece çay içiyordu. Güven'in elini sıkıp ayağa kalktım, lokantanın açılması gerekiyordu ve Fuat abi yapamayacağına göre biz yapmak zorundaydık.
"Ben gidip lokantayı açayım, yedek anahtar var bende. Fuat abi gelemeyecek falan derim, müşteri kaybetmesin bu olaylar düzelene kadar." Güven başını sallayıp beni yolcu ederken karnımı doyurmamı söyleyip duruyordu.
Gidip lokantayı açtım, sabah hazırlıklarını yaparken diğer personeller birer ikişer damlıyordu. Onlara Fuat abinin sağlık problemleri sebebiyle bir süre istirahat edeceğini ve aynı rutinimizde devam edeceğimizi söylediĝimde herkesten onaylayan cevaplar geldi.
Maaşlarımız yeni dağıtılmıştı ve kasada bir miktar para vardı. İdare ederdik büyük ihtimalle, aslında idare etmeye mecburduk.
Yaklaşık on gün boyunca ne Fuat abiden ne de İsmail'den bir ses çıkmadı. On günün sonunda lokantaya gelen Fuat abi yirmi yaş yaşlanmış gibiydi, omuzları ve göz altları çökmüştü. Yüzü buz gibiydi, selam verenlere başıyla selam verip hemen odasına geçti. Yanına gittiğimde söylediğim, anlattığım herşeye kafa sallayarak onaylasa bile aklının işlerde olmadığı kesindi.
O yokken yapılan harcamaları yazdığım defteri önüne bırakıp, omzunu sıkıp ocağın başına geçtim. Odada öylece ellerini kafasına yaslamış oturuyordu, sanki bir heykel gibi hiç bir yaşam belirtisi yoktu.
Güven'e mesaj atıp durumu bildirdim, bir yandan da İsmail'e mesaj atıyordum. Hala telefonu kapalıydı, bu hiç onluk bir hareket değildi. Mezeleri hazırlayıp son kez Fuat abiye baktım, buradan doğruca İsmail'in evine gidecektim.
Annesi açtı kapıyı, beni gördüğünde şaşırmıştı. İçeriye çağırsa da girmemiştim, İsmail'i sorduğum zaman başını iki yana sallayıp anlattı.
"Ne diye dellendi bilmiyorum oğlum, dayımın yanında kalacağım bir süre diyip doğru dürüst eşya bile almadan gitti. Dağın başında ne yapacak dayısıyla anlamadım da, siz kavga falan etmediniz değil mi annem?"
"Yok kavga etmedik annem, ama o bazı şeyleri yanlış anladı galiba. Dayısının numarası falan yok mu, bir arasak." Kafasını sallayıp aradığında kapalı olduğunu belirten sesi duyduk.
"Çoban ya dayısı, çekmiyor ovada. Mesaj atayım, görünce arasın beni."
"Bana da verebilir misiniz numarayı, arada arayıp denk getirmeye çalışayım."
Kafasını sallayıp elindeki telefondan rehbere girip bir numarayı bana gösterdi. Telefonuma kaydedip vedalaştım annesiyle, eve gittiğim zaman her fırsatta mesaj attım. Olanları isim vermeden anlatıp içini ferahlatmak için açıklamalar yaptım.
Gecenin üçünde bildirim geldiğinde yataktan neredeyse fırlamıştım. Mesaj İsmail'in dayısındandı, ama içimi rahatlatmak yerine buz kesmeme sebep olmuştu.
"İsmail hastanede, bindiği köy otobüsü devrilmiş." Yataktan fırladığım an yere yapıştım, gözlerimden yaşlar akıyordu.
Pijamalarımla Güven'in evine koştum, ayağımda terlik bile yoktu. Ona mesajı gösterdiğimde gözlerini yumup beni sımsıkı sardı. Planlamaları yapıp yola çıktığımızda saat sabahın beşiydi, köy yaklaşık üç saatlik bir yoldu. Hastane iki buçuk saatlik.
Hastaneye vardığımızda saat sekiz olmamıştı daha, ellerim titreye titreye danışmaya gidip arkadaşımın ismini ve soyismini söyledim. Bizi bir odaya yönlendiren görevliyle adımlarım sarsaklaştı, kardeşimi ne halde göreceğimi bilmiyordum.
Güven elini sırtıma koyduğunda derin bir nefes aldım, aralık duran kapıdan hiç ses gelmiyordu. Sessizce içeriye girdiğimizde bacağının biri alçılı ve tavana asılmış yatan İsmail'i gördüm. Sağ kaşında bir bandaj vardı ve göz altları mosmordu.
"Kardeşim.." fısıltım sessiz odaya bomba gibi düştü. Gözleri anında beni bulsa bile bomboştu, buz gibi.
"Hoşgeldin." Ağzından çıkan kelimeyle yüzünün ifadesizliği birbirini yansıtmıyordu.
Cıvıl cıvıl olan arkadaşım buz gibiydi, sanki ruhu çekilmişti. Kanı çekilen ellerini avcumun arasına aldım, donmuştu elleri bile. Ona olan bitenleri anlatırken yüz ifadesi değişmese bile gözlerinden birbiri ardına yaşlar süzülüyordu. Bu hali hiç hayra alamet değildi, robot gibiydi resmen.
"Çok pişmanım, Aslan. Gittiğim için, ona inanmadığım için çok pişmanım. Yüzü gözümün önünden bir saniye olsun gitmiyor, acı çeker gibi bakışına sebep olduğumu bilerek dönemem ona." Söyledikleriyle ifadesiz suratı bir kaç saniyeliğine de olsa acıyla büküldü.
"O da berbat halde, sadece senin ismine tepki veriyor. Yaşamıyor sanki, yapma kardeşim. Gel gidelim, o seni bir görse herşey düzelir. Hiç kırgın değil sana inan ki, ama çok özlediğine eminim."
Gözlerini gözlerime diktiğinde pişmanlıkla kızaran gözleri içimi parçaladı. Dudakları bükülürken derin bir nefes alıp elime uzandı, sımsıkı tutup gözlerini yumduğunda pes ettiğini anladım. Buradan yalnız dönmeyecektim, pişman ve çökmüş bir İsmail de bizimle olacaktı.
Geri dönüş yolculuğumuz biraz uzun sürdü, Güven Eşref abiye olanları anlatırken benzinlikte mola vermek zorunda kalmıştık. Konuşmaları bayağı bir uzun sürünce yol bitmek bilmedi.
Güven gergindi, İsmail üzgündü, ben nasıl hissettiĝimi bile bilmiyordum. Şuan kendimi düşünmek bencillikmiş gibi geliyordu. Arkadaşım yol boyunca hiç konuşmamıştı, ağzı bir saniye durmayan, başka bir zaman olsa arabadan atmak isteyeceğimiz İsmail bir tek kelime etmemişti.
Mahalleye girdiğimizde evimin önünde dikilen iri cüsseli adamı görmek sürpriz olmamıştı. Arka kapıyı açıp tek hamlede İsmail'i kucakladığında kimse bir tepki verememişti. Benim evim yerine ara sokağa sapıp gözden kaybolurken kollarını omzuna saran arkadaşımı kısa bir an yakalayabilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Askıntı
RandomKendisinden oldukça iri olan kabadayıya askıntı olmaya karar verdiğinde kimse onu kararından geri çevirememişti. Bu ufak tefek gencin söyledikleri onun gibi bir kabadayının nasıl yüzünü kızartırdı bilmiyordu, ama bu gence vuramamıştı bile.