Mayıs ayına girerken ısınan havalarla birlikte moralim de günden güne yükseliyordu. Her günüm belli bir rutinde geçiyordu ve bundan bir gram şikayetçi değildim. Sabahları altıda kalkıp iki saat ders çalışıyor, sekizde evden çıkıp lokantayı açıyordum. Öğleden sonra üç gibi mezeleri de hazırlayıp işlerimi bitirmiş oluyordum.
Biraz dinlendikten sonra yemekleri yapıp, ailem bildiğim Güven'im de gelince ailecek yemeklerimizi yiyorduk. Muhabbet sohbet dolu sofralarımızdan sonra Güven evine gittiğinde, bir saat daha ders çalışıp koynunda uyumak için Güven'in evine gidiyordum.
Bazı günler birbirimizi açlıkla severken bazı günler sımsıkı sarılıp huzur dolu uykulara dalıyorduk. Cumartesi geceleri lokanta çok kalabalık olduğu için Fuat abi çağırmasa da yardıma gidip mutfak bölümünde kendi içki masamızı kuruyorduk.
İsmail ve Fuat abi aynı evde yaşamaya başladıkları için ikisininde yüzünde güller açıyordu. Bunu ilk teklif edenin İsmail olması en son beklediğim şeydi, Fuat abi İsmail'in bunu teklif etmesine şaşırsa bile anında, o evin zaten onun olduğunu söyleyip teklifin üstüne atlamıştı.
Bir de Gizem ve Alper olayı vardı ki insanı gülmekten çatlama noktasına getiriyordu. Alper kapısında yatmayı bile denemişti, ama Gizem üstüne kirli kedi kumu dökünce uzaktan izlemeye karar vermişti. Bana anlattığı kadarıyla Gizem'in de gönlü vardı ama öncelikle Alper'e güvenemediği için buna karşı çıkıyordu.
Sonunda denemeye karar vermesiyle, tüm saçmalıkları geride bırakıp sevgilisinin ağzının içine bakan bir Alper kazanmış oldu. Gizem 'gül' dese buketiyle alıyor, 'yemeğe çıkalım' dese anında rezervasyon yaptırıyordu. Buna tüm arkadaşları şaşırsa bile ben seviniyordum. Gizem, İsmail ve Fuat abiyi öğrendiğinde yıkılmıştı çünkü, İsmail'e kapılan gönlünde açılan yaraya Alper abi merhem oluyordu.
Bizim halimiz yine aynı sayılırdı, gündüz ara sıra lokantadan kaçıp kendimi Güven'in dükkanına atıyordum. Her gidişimde sevdiği yemeklerden götürüp iştahla yemesini izlerken, gözlerimi bayram ettiren görüntüsüne defalarca aşık oluyordum.
Bu ayın sonunda Güven beni babasıyla tanıştırmak için köye götürecekti, gideceğimiz gün yaklaştıkça stresten etrafıma sarıyordum. Zavallı Ömer evde düğün stresi yaşayan ablam ve kayınpeder stresi yaşayan benimle uğraşmaktan zayıflamıştı.
Ablamların yatak odası için büyük olan, eskiden annem ve babama ait olan odayı yeniden dekore ediyorduk. Odadan çıkan her hatırada ağlamamız ikimizi de yıprattığı için eşyaları kolileyip tavan arasına kaldırmaya karar verdik. Özel olarak yaptırılan yatak odasının her ayrıntısını ablam tasarlamıştı ve mobilyacılarla kavga ettiği bile olmuştu.
Ömer'in büyük dedesi düğün hediyesi olarak perdeleri yeniletmiş, halıları alması içinde para yollamıştı. Evimizde sürekli yaşanan değişiklikler yüzünden eski evimizden oldukça farklı olan bir evde, yabancı hissettikçe kendimi Güven'in evine atıyordum. Galiba bir süre sonra burdan eve gitmeyi hiç istemeyecektim.
Köye gitme zamanı geldiğinde bir bagaj dolusu yiyecek hazırlamıştım, en son çıkmadan fırından çıkartıp paketlediğim patatesli börekler kucağımdaydı. Güven bu panikli halime gülüp durdukça ben daha da geriliyordum.
Yolculuk boyunca bana babasının annesini köyün ortasında atıyla nasıl kaçırdığıyla ilgili hikayeler anlattı. Kızını ona vermeyen babasının önünde annesini atının önüne çekip havaya ateş açarak kaçırmış. Söylediğine göre annesi bu olayı her anlattığında iç çekip gülümsermiş.
Güven'in annesine olan düşkünlüğü kendi annemle aramda olan sıcaklığı hatırlatıyordu bana. Babamda bizi çok severdi ama annem bir başkaydı, her an bir gözü, bir eli üstümüzdeydi. Ne zaman bir şeye sıkılsak anında fark edip keklerle, pastalarla odamıza gelip sohbet havasında ağzımızdan laf alır, verdiği tavsiyelerle sıkıntılarımızı giderirdi.
Köyün tabelası göründüğünde derin bir nefes aldım, çok ufak bir köydü. Yirmi ev ya vardı ya yoktu, etraf bahçeleri ekilip biçilmiş birbirine uzak evlerle doluydu. Bir ev daha önce hiç gitmediğimi bilsem bile tanıdık göründü gözüme. Önünde üstünde at oymaları olan büyük bir tahta kapıya sahip, masmavi duvarları olan bir evdi.
Beni uzaktan bile kendine çeken eve yöneldiğimizde Güven arabayı evin yanındaki boş arsaya çekti. İkimizde bir süre evi inceledik ve sonunda inmek için aynı anda kapılara uzandık. Heyecandan titreyen ellerimle böreklerimin olduğu kabı sımsıkı tutuyordum.
Bagajdaki yiyecekleri de çantalarıyla yüklenip yandaki ufak kapıya yöneldik. Bahçede ekinlerin arasındaki boşlukta ahşap bir sallanan sandalye vardı ve üstünde gayet formda görünen bir adam. Gözleri kapalı, yüzü gökyüzünün mavisine dönüktü. Huzurlu bir ifadeye sahipti ve kırlaşmış saçlarıyla bariz bir karizmaya sahipti.
Hayalimdeki kayınpeder böyle değildi, ben köy dedeleri gibi birşey bekliyordum. Bu adam yaşlı bir model gibi bir şeydi, bu ailenin genetik mirasının kimden geldiği belliydi anlaşılan.
"Baba, biz geldik." Güven gayet tok bir sesle konuştuğunda gözlerimi ona çevirdim, gözleri dolmuştu.
Boğuklaşan sesiyle söylediği kelimeler, koltukta oturan adamın gözlerini açmasına sebep oldu. Bizi gördüğü gibi kıvrılan dudakları buruk bir tebessümü yansıtıyordu. Ayağa kalkarken göz göze geldik, benim yüzümü incelerken samimi bir sırıtış yayıldı yüzüne.
"Damadımla tanışmak bu güne nasipmiş, hoş geldiniz gençler. Hadi girelim içeriye, buyurun."
Güven'in abisinin sesini andıran ses tonuyla konuşurken, önümüzden geçip huzur kokan eve adımladı. İnce perdelerle aydınlanan evin tüm mobilyaları el yapımı ve eski türk filmlerindeki köy evlerindeki gibiydi.
Üstünde minderler olan tahta sedirler, sırtsız ahşap divanlar vardı. Eski görünmek yerine insanı çeken bir güzelliği vardı. Elimi mavinin bir çok tonunu taşıyan minderlere sürtmekten alamadım, kumaşı kalın ama yumuşacıktı.
Yiyeceklerin olduğu çantaları mutfağa yerleştirirmeden önce babası ikimize de sımsıkı sarıldı. Güven derin derin nefesler alırken babasının sırtını sıvazlayıp, küçük bir çocukmuş gibi saçlarını öptüğünü gördüm. Galiba biz ne kadar büyüsekte ailemize olan sevgimiz asla değişmeyecekti.
"Seni burada gördüğüm için o kadar mutluyum ki, oğlumun yüzünü bu kadar içten bir şekilde güldürmeyi başardığın içinse sana bir teşekkür borçluyum." Kızaran yüzümü saklamak için başımı önüme eğerken ikisinin birbirini andıran gülüşlerini duydum.
"Ben teşekkür ederim, oğlunuzun bu kadar büyük bir kalbi olmasaydı, gerçek sevgiyi ailesi sayesinde tanımasaydı burada olamazdık." Dolan gözlerimi sevdiğim adama çevirdim.
"Ama sende sevgiyi tanıyorsun, ailenin birbirine olan sevgisine tüm mahalle şahitti. Aynı gün ölmeleri bile bunun kanıtı bence, birinin kalbi durduğunda diğeri atmak için sebep bulamadı."
Güven'in babasının söylediği sözlerle dolan gözlerim yaşlarını akıtmaya başladı, ailem konusunda hassastım ama bu kadar sulu gözlü değildim normalde. Güven elini babasının dizine koyup sıktı, odadaki herkes ağlamaklı olmuştu.
"Seninde annemi çok sevdiğini biliyorum, kader böyle yazmış. Annem cennette seni bekliyor, o yüzden hiç üzülme." Güven konuşurken babası başını sallıyordu sadece.
Eşini kaybetmiş, sevdiğiyle ahirette buluşacağı zamanı bekleyen bir insana ne denir bilemediğim için sustum. Ama bugünkü son sessiz dakikalar olduğunu tahmin edememiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Askıntı
DiversosKendisinden oldukça iri olan kabadayıya askıntı olmaya karar verdiğinde kimse onu kararından geri çevirememişti. Bu ufak tefek gencin söyledikleri onun gibi bir kabadayının nasıl yüzünü kızartırdı bilmiyordu, ama bu gence vuramamıştı bile.