Gözüme giren güneş ışıkları yüzünden yüzümü buruşturdum ve üzerimdeki battaniyeyi yüzüme çektim.
"Kapat perdeyi lütfen."
"Üzgünüm Prenses, Kraliçe ve Prens Taehyung kahvaltı için sizi bekliyorlar."
Harin'in konuşmasıyla ofladım ve battaniyeyi üzerimden attım. Sabahın köründe uyanmak zorundaydım yine. Neden uyumama izin verilmiyordu ki?
"Neden benim uykuya ihtiyacım olduğunu anlamıyorlar ki? Ben onlar gibi değilim. Yarı insanım. Uyumam lazım."
İsyanla konuşmamla Harin güldü ve kıyafetimi bana uzattı. "On sekiz yıldır alışamadınız mı Prenses?"
Gözlerimi devirip elinden elbisemi aldım ve ayağa kalkıp paravanın arkasına geçtim. Beyaz geceliğimi üzerimden çıkartıp açık mavi elbisemi giydim.
Mavi her zaman sevdiğim renklerden biri olmuştur. Gökyüzünü izlemek bana huzur veriyor hep. Özgürmüşüm gibi geliyor. Sanki uçsuz bucaksız gökyüzünde hayatıma devam edebilirmişim gibi.
Dayımın anlattığına göre denizlerde maviymiş ama tabii ki ben bunu hiçbir zaman göremedim. Görebileceğimden de şüpheliyim. Çünkü Nakarya'da deniz yok. Talkin'de var ama oraya gitmem imkansız. Savaş var çünkü iki ülkenarasında. Düşman topraklarına gittiğim an öldürülürüm.
Ayrıca sarayın dışına çıkmam da yasak. Sadece ayda bir annemi görmeye gidebiliyorum, peşimde birkaç muhafızla tabii.
Ömrümde bir kere ormana gidebildim. Dayımla beraber oda. Öyle güzeldi ki orası sonsuza kadar kalmak istemiştim ama tabii ki saraya geri dönmek zorundaydık.
Her güzel şeyin sonu vardır diye boşuna dememişler.
Elbisemi düzeltip paravanın arkadından çıktığımda Harin saçımı taramak için yanıma geldi. Elinden tarağı alıp "Ellerim yerlerindeler Harin." diye imayla konuştuğumda bir adım geri çekildi.
Saçlarımı tarayıp papatya özlü kokuyu boynuma ve bileklerime sürdüm. Artık yemeğe gitmeye hazırdım.
Odamdan çıkıp büyük salona ilerlemeye başladım. Beni gören herkes durup selam veriyordu. Küçükken bu eğlenceli ve güzel bir şeymiş gibi gelirken şuan kendimi kötü hissettiriyordu.
Tamam ben bir prensestim ama insandım sonuçta. Onlar gibiydim. Sürekli önümde eğilmeleri beni rahatsız ediyordu. Ne kadar buna gerek olmadığını söylesemde beni dinlemeyip yapmaya devam ediyorlardı.
Büyük salonun önüne geldiğimde kapıda duran muhafızlar büyük kapıyı açıp içeri girmemi beklediler. Derin bir nefes alıp içeri doğru bir adım attım.
Gözüm hemen masada oturan dayımı buldu. Beni gördüğünde ayağa kalkıp kollarını açttı. Koşar adımlarla yanına gidip beline sarıldım.
Bu sarayda en sevdiğim insandı kendisi. Bana küçüklüğümden beri çok iyi davranıyordu. Her istediğimi elinden geldiğince yapmaya çalışıyordu. Bazı geceler korkup uyuyamadığımda gelip bana şarkı söylüyordu. Annemle yaşadığı şeyleri anlatıyordu. O burada olmasaydı delirirdim muhtemelen.
"Günaydın prensesim."
"Günaydın dayıcığım." Gülümseyerek yanağını öptüğümde saçlarımı karıştırdı. Kaşlarımı çatıp elini geri ittiğimde gülerek geri çekildi.
Büyükannem boğazını temizleyince ona döndüm ve eğildim. "Günaydın Kraliçe'm."
"Günaydın Hina."
Masaya oturduğumda hizmetliler hemen kahvaltılıkları masaya dizmeye başladılar. Normalde onlar yemek yiyemezdi ama bazı günler kendilerine büyü yaptırıp bana eşlik ediyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
War Of Races - Jeon Jungkook
Fanfiction"Sana bağımlı oldum, tıpkı kanına olduğum gibi." "Katilime aşık oldum, tıpkı bir aptal gibi."