2.6

941 57 37
                                    

herkese selam! eğer yıldıza basıp bolca yorum yapmazsanız üzülüyormuşuz öyle bi' duyum aldım çünkü son zamanlarda yorumlar giderek düşüyor... :')

iyi okumalar perisi en güzel perilerime! 🧚‍♀️

Kızıl komutan yaşamaktan nefret ediyordu. 

Bu yüzden biçimli, uzun parmaklarının arasında tuttuğu sigarasını dudaklarının arasına götürdü. Çekebildiği kadar çekti dumanını ciğerlerine, kapattı gözlerini. Sanki o dumanları ciğerlerinde hapsederek içini boğmak, zihnindeki felaket görüntüsüyle yaşamına son vermek istiyordu. 

Hoyratça esen rüzgar saçlarını okşuyor, yeni çıkmaya başlamış sakallarına değiyordu. Sert çehresine ilişmekten çekinir gibi ara ara yavaşlıyor, sonra yeniden sertçe esmeye devam ediyordu. Zaten sertti yüz hatları; üstüne ciddi ve pişmanlık dolu bir ifadeyle harmanlanınca çehresi daha da değişir, ciddileşir ve sertleşirdi. 

Sigarasının külünü rastgele bir yere savurdu. Bir hafta geçmişti patlamanın üzerinden. Berk, kimseyle görüşmek istememişti. Kapamıştı kapılarını. Görevini ekstra titizlikle yerine getirmiş, yeri gelmiş karargahta sabahlamıştı. 

Gözleri yorgunluktan çökmüş, kan çanağı haline gelmişti. Bedeni uyku istiyordu ama kızılın aklı buna izin vermiyordu. Başını o yastığa koyduğu her an patlamanın seslerini duyuyor, bağıran çocuğun feryatlarını işitiyordu. Devamında kendi babasını düşünüyor, tetik sesleri zihnini ele geçiyordu. 

Susmuyordu. 

Düşünceleri de, kulakları da susmuyordu ve bu kızıl komutanı delirtiyordu. Kafayı yediğini hissediyordu.

Genç kadının ona yardım edeceğini bilse de yapamamıştı. Bir iki kere birbirlerini görmüşler, komutan ruh gibi olduğundan onunla ilgilenememişti bile. Sadece bakmış, gülümsemeye çalışmış ve göreve gitmişti. Midesi sigara ve kahveyle o kadar doluydu ki enerji alabileceği yemek bile yoktu bedeninde.

Askerdi, uzun süredir bu görevi yapıyordu. Daha ağır patlamalar görmüştü, yaşamıştı hatta işkencelere bile maruz kalmıştı ama hiçbiri onu bu kadar etkilememişti. 

Kızıl komutan, kucağındaki acı feryatlı çocuğun gözlerinde kendisini bulmuştu.

O ürkek, korku dolu çocuk kendisiydi. Annesini tanımamıştı belki ama babası onu sevsin diye çok uğramıştı. Sonrasında ise terörle bağlantısı olanlar yüzünden ölüme gönderilmişti; tıpkı o çocuk gibi. 

Hiçbir insan kötü doğmazdı; insan doğası gereği zaten iyiydi ama aklını kullanmadığın, çevrenden sıyrılamadığın zaman manipüleye açık hale gelirdiniz. Cahil, bilgisiz insanları kandırmak çok kolaydı. Muhtemelen çocuğun babası da cahilliğinden kaynaklı onlara inanmış, göz göre göre ölüme gitmeyi kabul etmişti. 

Bu da insan taciriydi. Onları cahillikleriyle kandırılıyorlar, bir nevi satın alıyorlar ve ölüme gönderiyorlardı. 

Üstelik amaçları neydi? Koca bir hiç! Zarar ise en çok çocuklara geliyordu.

Sigarasında boğulmak istedi ama bitmişti. Yere attı, postalının ucuyla acımasızca ezerken patlama alanını seyretmeye devam etti. Bazı kan lekeleri hâlâ çıkmamıştı ve patlamanın izini taşıyan yerler vardı. 

Nasıl olmayacaktı ki zaten?

Cebinden sigara paketini çıkartmak istediği an elinin üstünde bir el hissetti. Bu tutuş, zarif parmaklar ve hisli, en çok merhamet barındıran dokunuş küçük hanımdan başkasına ait olamazdı. 

"Çok içmedim..." dedi. Başını iki yana salladı, genç kadın. Arkasına geçti, kollarını iri gövdesine sıkıca sardı. Yanağını sırtına yaslayıp mayışmaya açık hale gelirken, "Yalan söyleme," dedi sessizce. "Bir haftadır sigaradan başka şey dokunmuyor dudaklarına."

pus / ayberHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin