28.Geçmişe Atılan Kibrit

367 43 18
                                    

Keyifli Okumalar 🖤🎨🩹

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Keyifli Okumalar 🖤
🎨🩹

Eğer geçmişi unutma şansı verilseydi belki de annemin beni terk ettiği günü unutmayı seçerdim sadece. Çünkü o gün, o küçük kızın karnının nasıl guruldadığını, hıçkırıklarının boş evin içinde nasıl yankılandığını hala dün gibi hatırlıyordum.

Ve hatırlamak, bana verilen en büyük cezaydı. Belki de küçük günahlarımın, bu dünyadaki bedeliydi. Küçük günahlarımın diye düşünüyordum çünkü işlediğim diğer günahların bedeli, bu dünyada ödeyemeyeceğim kadar büyüktü.

Birini affetmenin, bu günahları sileceğini bilsem bile bedelini ödemek tercihim olurdu...

Zafer Beyin kurduğu cümle, yeryüzünü oynatacak kadar büyük bir etkiyi üstümüze bırakıp bizi salladığında Ecevit'in gözlerimin içine bakışını bir haftadır unutmuyordum.

Öyle mahçup, öyle buruk, öyle mutluluk ve mutsuzluk arasında ikilemde kalmış gibi...

Oysa bir köprünün tepesinde, akrep gecenin dördünü vururken tanıştığım adamın bana öyle bakmaması gerekirdi. Aksine, benim onun gözlerine mahçup, buruk, mutluluk ve mutsuzluk arafında takılı kalmış gibi bakmam gerekirdi.

Çünkü onun kaybı benimkiyle yarıştıramayacağım kadar büyüktü.

Babamı ve anneannemi kimse benim elimden almamıştı; yaşamaları uygun görüldüğü süre kadar dünyada varlıklarını sürdürmüş ve sonsuzluğa gitmişlerdi. Fakat İlayda, Yakup Kamer'in ağına takılıp çırpınırken dayanamadığı için yaşamını kendi elleriyle sonlandırmıştı.

Belki Levent, süreçten haberdar olsaydı ve araya babası girmeseydi; şimdi sevdiği kadınla birlikte kızını büyütüyor olurdu.

Belki Ecevit'le başka bir şekilde, başka bir halde karşılaşır ve bize yazılan yazgının farklı bir versiyonuyla kaderimizi yaşardık; bilemiyordum.

Yine de hayatıma giren bu adamın, üzerimde kurduğu etkiyi hissedebiliyordum; sevginin baskınlığı omuzlarımda bir yük gibi değildi de, kanat gibiydi. İstediğim an, beni olduğum yerden başka bir yere taşıyabilecekti.

İstanbul'un kalabalığı yavaş yavaş çekilip yazlık bölgelere akın eden insanlardan dolayı daha dingin sokaklar, adımlarıma ev sahipliği yaparken yürüyordum; bir köprünün üstünde, kaderimdeki adamla karşılaştığım noktaya.

Aramızda kısa bir mesafe kalmışken Ecevit'in sırtı bana dönüktü ve telefonla konuşuyordu. Kış boyu üstünden çıkartmadığı, soğuk havaya her daim meydan okuduğu bol tişörtlerinden biri vardı yine üstünde; altında vazgeçilmezi olan siyah pantolon ve başındaysa hasır bir fötr şapka.

Sadece uzaktan bakmak bile, içimdeki kafese hapsedilmiş kuşlara kanat çırptırırken kalbim de o kuşlarla birlikte hareketleniyordu.

Geldiğimi hissetmiş gibi bedenini yavaşça çevirdiğinde, çatık kaşları usulca düzeldi ve aynı benimki gibi huzurlu bir gülüş dudaklarını sardı.

Gecenin DördüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin