Yolculuk yıllarıma denk gelmişti. On altı saat sonra Trabzon'a gelmiştim. Bayrama namazı saatiydi. Normalde sabaha karşı bineceğimiz otobüs dolmuş, bizi o günün öğle vaktine ertelemişlerdi. Otobüse binene kadar diken üstündeydim. Polis arkadaşlar bizimle olmasına rağmen korku doluydum ama sonuna binmiş gelmiştim. Otobüsten inmiş evime doğru yürüyorduk çocuklarımla. Ecem kucağıma uyuyor, Ferdi bavulu çekiyor, çantayı da taşıyordu.
"Çantayı ver bana" dedim esnemesi bitince kafasını salladı.
"Yok anne taşırım."
"Bayır çıkacağız oğlum, yorulacaksın."
"İlk yorgunluğumuz mu be" deyince güldüm. Gülüyordum ama çokta haklıydı canına yandığım. Kızımın üstünde ki hırkayı düzelttim.
"Yol biraz uzun."
"Olsun. Burası güzel bir yere benziyor anne." Henüz tam anlamıyla sabah olmamıştı ama gün ağrıyordu.
"Namaza gidecek misin?"
"Tabi ki, sorulur mu?"
"Bayram harçlığı veremeyeceğim bu sefer, mazur gör olur mu yavrum?"
"İki dakika saçmalama anne n'olur."
"Ama kendimi kötü hissediyorum."
"Hissetme. Hatta kendini iyi hisset, senin memleketine geldik. Sevin anne."
"Babam pek sevinmeyecek ama. Ferdi, ne söylerlerse söylesinler üzülme tamam mı canım?"
Yol boyu onlara hikayemi anlattım. Bazı küçük detaylar hariç. Ferdi buradan neden gittiğimi biliyordu artık. Yıllardır ailemi görmediğimi, benden haberlerinin olmadığını ve en önemlisi de onlarda da ailemin haberinin olmadığını. Ben anlatırken kendime kızdım ama o annesi olduğum için hak verdi herhalde.
"Merak etme. Eski nişanlın da burada mı?"
"Bilmem."
"Evli mi acaba?"
"Belki de."
"Sorun olur mu anne?"
"Hiç bilmiyorum yavrum, hele bir eve varalım."
Bayırı çıkarken nefes nefese kaldık, yer yer durup soluklandık. Evimin önüne çıktığımızda kapalı kapıya bakakaldım. Gözlerim orada başladı sızlamaya. Özlemimden delik deşik olan yüreğim o an başladı kanamaya.
On beş yıl geçirdim evimde, on altı yıl gitti başka şehirde. Ben kaderin sillesini yedim ama diyemem kimseye. Giderken havalarda uçuyordum kurtuluyorum diye ama gidince uçtuğum havalardan yere çakıldım yüz üstü. Üstelik iki çocuğum oldu. Ferdi hasretime denkti ama Ecem daha beş yaşındaydı.
İnsan cehennemi sandığı yerin aslında cenneti olduğunu başka bir adamdan dayak yediğinde daha iyi anlıyordu. Ki babam bir kere bile el kaldırmamıştır bana. Pişmanlıklar büyüttüm göğsümde. Utanmamalıydım aslında. Ferdi'ye daha hamileyken dönmeli, babama sığınmalıydım. Olmadı işte, şartlar izin vermedi. Yaşım da cesaret edecek kadar yoktu.
Başımı yaktılar baba demeli, ayaklarına kapanmalıydım. O zaman asla bırakmazdı babam beni. Oğlumu burada doğurur, yine gül gibi yaşar giderdim. Çocuk aklı işte, bilmiyordum.
Kapı açıldığında kalbim tekleyip nefesim kesildi. Evden çıkan babamla göz göze geldiğimizde durup kaldı. Peşinden çıktı Deniz, kocaman olmuş kardeşim. Ferdi bana sokuldu, ben babamın gözlerinde yok oldum sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HASRETİN AĞIR GELDİ
Ficción GeneralKaçmayı tek çare olarak gördüğüm memleketime iki çocuğumla birlikte dönüyordum... Ardımda neler neler bıraktım oysa. Katı bir baba, hasta bir anne, deli fişek bir nişanlı. Giderken hepsinden kaçtım ama dönerken koca bir şehirdi kaçtığım. Hatalarım o...