Zaman aşımına gideceğiz... Görüşmek üzere...Ömer...
Kendine yaşattığı acılar vardır insanın. Onun çaresi yine kendindir. Başkasına yaşattığın acının ise çaresi yoktur, hesabı sorulur. Akçaabattan uzakta bir deniz kıyısına bıraktım Alihan'ı. Dalga yüzüne vurduktan ya boğulacaktı ya da uyanacaktı. İki türlü de benim sorunum olmayacaktı.
Yarimin acılarının hesabını sorarken insanlık dışı şeyler yaptım belki ama zerre vicdanım sızlamadı. Yüreğimin acısından taş kesildim sanki.
Yarimin evinin önünden geçerken odasının ışığını açık görmem tebessüm ettirdi. Oradaydı. On altı yıldır hasret kaldığım sevdiğim evindeydi. Artık huzur duyabilirdim.
Evime çıktığımda babam bahçe masasında oturuyordu. Çaprazında ki sandalyeyi çekip oturduğumda önünde ki kutuyu bana doğru sürdü. Kilitliydi, tıpkı yüreğimde ki hasret gibi.
İçinde fotoğraflarımız vardı. Aşk şarkılarıyla dolu cdlerimiz. Deniz kabuklarından yaptığı kolyem vardı. İçinde bize dair bir sürü şey vardı. Onları bu kutuya koyup kilitledikten sonra babama vermiştim. Olurda atarsam pişman olurum, çocukluğumuzu sen sakla demiştim.
Geri veriyordu, çünkü artık atmayacağımı biliyordu. Canım babam, ciğeri gibi bilir beni.
"Sevdana sahip çik evladi."
Çok çok eskiden birine sevdalanmış babam ama kızı başkasına vermişler. Onu atlatmak kolay olmamış babam için. Sonra annemle evlendirmişler babamı. Sonra o kapatmış o sevda defterini. Annemi sever, bizi çok sever ama ukte diye bir duygu varya, işte o insanın canına okuyordu.
Başımı salladım. Sevdamın yüreği hâlâ bende, sahip çıkmaz mıydım hiç? Bırakır mıydım bir daha? Asla.
*
Limana girdiğimde gözümü gönlümü şenlendirdi Hasret'in ve Ecem'in el ele dans ediyor olması oldu. Hâlâ bir hayli ağlamaklıydım. Hâlâ bir hayli nefret ediyordum kendimden.
"Gardaşum." Selçuk sesiyle birlikte geldiğinde tebessüm ettim.
"Hâlâ umudu var."
"Bu iyi değil mi?"
"İyi tabi. O çoktan aşmış, acısı tükenmiş, savaşı bitmiş. O mutlu sona ulaşmış. Yeni başlayan benim, ben nasıl aşarum gardaşum?"
"Allah'a sığın da. Allah zamandan, mekandan muaftur. İçini bilur, ona teslum et yüreğuni."
Anında ezan sesi yükseldi. İşaret parmağımı salladım.
"Sen çok tehlikeli adamsın Selçuk."
"Hayurlu cumalar da."
"Hayurlu cumalar. Yürü hadi."
Parmaklarımı ağzıma koyarak ıslık çaldım. Ferdi döndü sese.
"Hadi cumaya" dediğimde kalktı yerinden. Bana doğru koşarken annesiyle bakıştık. Artık çekinecek bir şey yoktu gözlerimiz arasında.
Ferdi yanımda geldiğinde kolumun altına aldım oğlumu. Bir baba gibi hissettiğim doğrudur.
"İzmir de bir adamla karşılaşmıştım yine böyle bir cuma günüydü" dediğinde camiye doğru yürüyorduk. "O zamanlar namaz kılmayı bilmiyordum. Beni camiye çağırdı, hatta seni namaza davet ediyorum demişti. Bilmiyorum amca dedim, olsun dedi gel. Gittim. Onlara bakarak kıldım namazı ama eve gittiğimde anneme dedim ki ben dua bilmiyorum, namaz kılmayı bilmiyorum neden? Bizim durumumuzda camiye gidip öğrenmek kolay değildi ama annem ondan sonra öğretti. Her akşam bir dua bir süre öğretti. Namazı öğretti. Tam olarak öğrendiğimde aradım taradım o amcayı buldum. Dedim amca seni namaza davet ediyorum. Birlikte gittik cumaya. Namazdan sonra bana dedi ki; Allah karşına seni namaza davet eden insanlar çıkarsın."
Bak nasıl ayak üstü doldurdu gözlerimi.
" Ula "deyip saçını karıştırdım. Abdest almak için oturduk muslukların önüne. Birlikte abdest aldık, birlikte saf tuttuk, birlikte kıldık namazı. Kendimi o an çok şanslı hissediyordum.
Namazdan sonra hoca vaaz verirdik dinledik oğlumla. Onun o her şeye masum bakan gözleri, hep bir hayranlık ifadesi içimi tuhaf yapıyordu. Benimle büyüseydi ben ona neler öğretirdim neler.
Çıktık sonra. Limana geri dönerken Vefa amcayı gördüm. Cuma'ya gelmediğini o an fark ettim. Volta atıyordu. Ferdi yanımda ayrılırken tebessüm ettim. Vefa amca döndüğü sırada beni gördü. Kollarını çözüp bana doğru gelirken Hasret peşinden gelmeye çalıştı ama Deniz tuttu.
Selçuk yanımda duruyordu, bu geliş iyi bir geliş değildi.
"Gardaşum?"
"Git sen."
"Emin misun?" Başımı salladım. Selçuk da uzaklaşırken Vefa amca karşıma geçti. Dikti fütursuz gözlerini gözlerime.
"Sen mi ettun?" diye sordu. Herhalde Alihan'ı buldular.
"Ben ettum."
"Sağa mi galdi ula?"
"Bağa galdi demek ki. Canuni almadum ama yaktum. Pişman değulum he, Hasret demese daha da çekecekti elumden."
Bir süre sustu ama gözüme gözüme bakmaya devam etti. Derin bir nefes aldı.
"Gönderdum, nereye olursa artuk. Nasi soğur içum bilmiyrum, nasi unutacağum hele hiç ama sağ ol evladi. Evladumun kanuni ellerume bulaşturmadun. Hakkuni helal edesun."
Başımı salladım. Dönüp giderken bir rahat nefes verdim ki, gerçekten rahatladım. Beni strese sokuyor bu adama...
^^
Aksak adımlarla Trabzon şehir sınırına gelmişti. Bir gözü fazla darbeden şişik ve kapalıydı. Bütün bedeni yara bere içindeydi. Ayaklarının üstüne basarken canı çok yanıyordu.
"Senun gibi evlat olmaz olsun" demişti babası. "İnsan bacisuni nasi ateşe atar? Nasi yapar bunu?"
Babasının sözleri hâlâ kulağındaydı.
"Seni öldürsem soğur mi içum? Zaman geriye akar mi? Sağa kız gardaşuni emanet ettum. El olsa kiymazdun... Sağa hakkum zehir zıkkım olsun. Def ol. Seni Karadeniz'in hiçbir kiyisinda görmeyeceğum."
Babası onu hiç sevmemişti zaten. Hasret olmasaydı, bir şansı olacaktı. Onlar babasını çalmıştı.
" Bu burada bitmedi baba. Onlara kıymet verip beni değersizleştirmenin hesabını vereceksin. Hepiniz vereceksiniz... Geri döneceğum ula. Beni öldürecektunuz..."
Otobüse el edip durdurduktan sonra bindi. Otobüs şehir dışına gidiyordu. Nereye gideceğini çok iyi biliyordu. Bir süre kendini toparlayacaktı. Sonra geri dönecekti ve ondan sonra herkes görecekti...
⚓
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HASRETİN AĞIR GELDİ
Fiction généraleKaçmayı tek çare olarak gördüğüm memleketime iki çocuğumla birlikte dönüyordum... Ardımda neler neler bıraktım oysa. Katı bir baba, hasta bir anne, deli fişek bir nişanlı. Giderken hepsinden kaçtım ama dönerken koca bir şehirdi kaçtığım. Hatalarım o...