100.000 geride bırakarak beşinci bölümle yolumuza devam ediyoruz, hepinize bu ilginizden ötürü teşekkür ederim. Daha nicelerine diyelim ve bölümümüze geçelim.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayın bunlar beni mutlu eden şeylerin başında geliyor.
İyi okumalar dilerim ^^
49. Bölüm | Bir Anahtar
AYLIVA, Milano – Bleib
Bir ip ne kadar karışabilirdi parmaklarınızda? Benim zihnimdeki düşünceler ipin her bir ucuna dağılmıştı ve o ip çözülemeyen bir düğüm olmuştu.
Dağhan demişti ki zamanla ustalaşıyorsun, çözmek de karıştırmak da daha kolay oluyor. Zihninizdeki şeyleri bir süre sonra çözebilir ya da karıştırabilir miydiniz kolayca? Bir ipe döktüğümüzde kolay oluyorsa zihinde neden bu kadar zordu bu? Neden parmaklarımıza doladığımız ipi zihnimize de dolaştıramıyorduk ki?
Belki de biri somut biri soyut bir şey olduğundandı. Çünkü ipi kesip atabilirdik ama düşünceler hala içeride bizi yemeye devam ederdi.
Mesela dün eve gittikten sonra babamın bize bağırışları hala kulağımı çınlatıyordu. Dün tek yaptığım annemin ısrarı üzerine gidip yeni bir eşofman takımı almamdı ama babam eve girer girmez aldığım şeylere bakmış bunun için tüm gece bana bağırmıştı, çünkü ona göre bugün ki beden dersin de giymek için aldığım o atlet fazla açıktı. Tüm gece atleti giyemeyeceğimden bahsederek bana daha gözlerimi bile açmadığım günü zehretti. Gecenin sonunda ise boğazı ağrıdığından olsa gerek bağırmayı kesmişti ama dayanamayıp üstünden daha etiketini bile sökmediğim o atleti yırtıp atmıştı.
Annem yine nöbetteydi Tuna da evde değildi, yani yine o bağırışlara tek maruz kalan kişi ben olmuştum. Bugün derste de atlet değil kısa kollu giymek zorundaydım ama ben de inatçı olduğum için inat etmiş kıyafetimin kollarını keserek onu sıfır kol bir kıyafete çevirmiştim.
Şimdi ise okulun kapısında ayakkabı bağcığını bağlayan kardeşimi asık bir suratla bekliyordum. Dün gece gerçekten bugün geçebilecek iyi ya da kötü her ana tek atmıştı, sağ olsun babam iyi anılarımın katili olmayı adet edinmişti ve her gün benliğimi biraz daha yok ediyordu.
Ben de sessiz ve babasından umudu kesmeyen bir kız çocuğu olarak yaşamaya devam ediyordum.
Yok olmayı babası için göze alan bir kız çocuğu olarak.
''Senin bağcıkların da çözülmüş bağlayayım mı?'' ayakkabılarımın ucuna gözlerimi kaydırdığımda omuz silkerek önemsemeden okula yürümeye başladım.
''Kalsın.'' Tuna memnuniyetsizce söylediğimi reddederek bağlamaya yeltense de istemediğimi bir kez daha dile getirerek onu okulun kapısından içeri doğru ittirdim.
Zil tam da biz içeri girerken çalmıştı. Öğleden sonraki ilk dersin Türkçe olması haricinde bugünü daha kötü geçirebilecek bir şey şimdilik göremiyordum. Zaten dün olanlar sabahki hiçbir dersi dinletmemiş aklımı yeterince meşgul etmişti. Öğle arasında ise Tuna ile bahçede konuşmuştuk ama ona yine her şeyi anlatmamıştım.
Türkçe dersine en son ilk gün girdiğimden ötürü Tibet'in bana hatıra bıraktığı zambak gözümün önünde canlandı. Elbette romantik bir aşk hikayesinin baş kahramanı gibi hissedebilirdim bu birkaç gün sonra ama Cem'in sözleri hayallere kendimi kaptırmamam gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VALENS
Teen FictionDüzenleniyor • Dostluktan doğan düşmanlığın, düşmanlıktan doğan dostluğun, ölümden doğan yaşamın, yaşamdan doğan ölümün izi. Var olan ve yeni oluşacak düşmanlık.... Düşmanlar arası kapışmalar ve alınan intikamlar... Vazgeçmek güzeldi ama vazgeçmey...