Başımın ağrısı tüm vücudumu işgal ediyordu. Öyle bir ağrıydı ki bu, sanki her yerimi iğne batırıyor gibiydi. Gözlerimi açmak, dünyanın en zor işiydi şu an.
Ellerimi hareket ettirmek istediğimde bunu yapamamış, üstüne tüm odayı kaplayan zincir sesleriyle başımın ağrısı daha da artmıştı. Neredeydim, bilmiyordum. En son olanları hatırladıkça, büyük bir dejavu yaşıyormuşum hissi tüm vücudumu kaplıyordu. Kalbimdeki korku büyüyor, hiçbir şey yapamamanın verdiği boşluk, hücrelerimi işgal ediyordu.
Bilmek, ilk ama en son istediğim şeydi. Sadece rahat bir uyku, güzel günler geçirmek isterken her defasında dibe batıyor olmanın verdiği acı, tarifsizdi.
Benim çektiğim bu acılar, bitmiyordu.
Hiç bitmeyecek gibi hissettiriyor, daha da canımı yakıyordu. Boşluğun bıraktığı acı, ufak bir sevgiye tutunma duygum ağır basıyordu. Ama olmuyordu.
Vücudum ayakta durur vaziyetteydi, dengemi ve gücümü toparlayamadığımdan ellerim sayesinde asılı duruyordum. Parmak uçlarımla yere zor değiyordum, kollarımın uyuştuğunu daha yeni fark ediyordum.
Gözlerimi kırpıştırdım, açmaya çalıştım.
Odayı gördüğümde gözlerimi hiç açmamak olmayı diledim.
Duvarların döküntüleri yerlerde gezinirken, hiç pencere yoktu. Üstteki sarı lamba, arada titriyor, odaya garip bir cızırtı bırakıyordu. Kapının hemen yanında üstü boş bir masa vardı.
Başımı yukarı kaldırdığım an, ellerimin üstte zincirlere bağlandığını gördüm; zincirlerin altında ipler vardı. Ellerimi düzgün hareket dahi ettiremiyordum. Hafifçe oynatmam, tüm vücudumun dengesini bozuyor, etrafta dönmemi sağlıyordu. Parmak uçlarımla dengemi sağlamaya çalıştım.
Üşüdüğümü fark ettim. Garipti ki, hala sersem gibiydim, vücudumdaki işlevleri yeni yeni keşfediyor gibiydim. Bir bebeğin adımları gibi, yavaş yavaş hareket ediyordum. Başım o kadar zonkluyordu ki, acıdan ağlamak üzereydim. Sanki başıma bir sürü iğne aynı anda batırılıyor gibiydi. Ağrının tarifi kolaydı elbet, sorun bunu yaşayan kişiye empati yapılamamasıydı.
Yutkunmaya çalıştım, susuzdum. Gözlerim, sadece karşıdaki kapıdaydı. Açılmasını istiyordum, birinin gelmesini ve beni buradan kurtarmasını istiyordum.
En son yaşadıklarımı hatırladıkça deliriyordum, böyle saçma bir hata yapmamam gerekiyordu. Ne olursa olsun, yabancı birine kapı açık bir şekilde arkamı dönmüştüm. Bunun başıma geleceğini elbette tahmin edemezdim ama yine de böyle bir davranış aptallıktan başka bir şey değildi.
Yoongi neredeydi, ne yapıyordu? Eve gelmek üzereydi, beni bulamadığında napmıştı, diye düşünmekten içim içimi kemiriyordu. Nefes almak ilk defa bu kadar zordu; hiç bilmediğim bir yerde, bekliyordum.
Saatlerce... Günlerce...
Uyanmamın üstünden çok geçti, eminim. İlk saatler, kendime gelmeye çalışırken sonraki zamanda ellerimi çözmekle uğraştım. Bir ara, lambanın cızırtısına küfrettim; biri gelir umuduyla bağırmaya başladım. Kimse gelmemişti, ne kadar daha burada böyle duracaktım bilmiyordum. Yorgunluk, zaten acıyla birleşince daha da çekilmez bir hal alıyordu. Ayak parmaklarımın üstünde bile durmakta zorlanmıştım, kendimi bıraktım. İlk önce hızlı bir şekilde etrafta git-gel yaptı vücudum, sonra yavaşladı ve sabitleşti. Gözlerim tabanda gezinirken yerdeki çizgilerle uğraştım bir süre, onlarla çeşitli oyunlar kurdum kendi kendime. En sonunda gözlerim de dayanamadı, kapanıverdi.
Başımdan aşağı dökülen su ile nefes nefes uyandım. İlk başta öksürüklerim bana eşlik etti, gözlerimi açamadım. Saçlarım yüzüme yapışmıştı, başımı hızlıca sağa sola döndürürken gözlerimi açmaya çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
L'esprit de l'eslacier
FanfictionMin Yoonginin mekanında gizlice çekim yapmaya kalkışan Jeon Jungkook başına geleceklerden habersizdi. /yoonkook