~6~

2K 159 24
                                    


Yaklaşık 2 saatin sonunda Dava için gerekli dosyaları okuyup, delilleri topladıktan sonra işim bitmişti.
Uykum olmadığı çalışma masamda blog sayfamı açarak yazmaya başladım.

Bir blog sayfam vardı, yazı yazmayı çok sevdiğim için ve dertlerimi Rabbim den başka anlatacak kimsem olmadığı için defterlerce yazı yazardım.
Anlayacağınız ben Yazmaya, okumaya, öğrenmeye hayran bir kızdım.
Belli bir kitle takipçim olmasına rağmen hesabı anonim olarak kullanıyordum.
Tabletten yeni bir sayfa açtığımda derin bir nefes alarak yazmaya başladım;

~Bugün konu Kudüs 🍉~

"İnsanlık her bireye nasip değildi maalesef,
merhamet bu devirde sayılı insanın kalbinde yuva edinmişti.
Zulme baş kaldırmak sesini çıkartmak, zalimin karşısında başı dimdik, mazlumu arkasına almak her yiğidin harcı değildi.

Daha düne kadar her canlının hakkını sokaklarda bağıra bağıra arayanlar, bugün konu Müslüman kardeşlerimize, daha kundakta öldürülen binlerce Musa'ya gelince evlerine girip, demir kilitler vuruyorlardı kapılarına, şimdi belki farkında değiller ama Kudüs her zaman olduğu gibi tekrar ve tekrar fetih edilip selamete kavuştuğunda, mazlumun aklında kalan tek şey ehli küffarın zulmü değil, Müslüman kardeşlerinin bu yaşanan soykırım karşısında üç maymunu oynaması olacak.

Ve sizi temin ederim ki günü gelip mazlum bağıra bağıra hakkını aradığı gün, sizin hiç bir bahaneniz ölen çocukların, yaşanan zulmün üstünü kapatmayacak.

Kudüs tüm müslümanların ilk kıblesi iken ellerinde taşlarla Efendimizin başının secdeye değdiği kudüsü korumaya çalışan Hanzala'lar Allah zafer nasip ettiğinde sizin ama'larınıza kanmayacak!

Peygamberini ve ümmetini bir gece miraç hadisesi ile taçlandıran Allah'a yemin olsun ki eli sapan taşlı Hanzala'lar büyüdü, ve bugün konu aksayı korumaksa şayet Allahın izniyle hiç kimse önlerinde duramaz! "

.......

Başta dediğim gibi ben mazlumların hakkını savunuyordum, buna bana danışan Müvekkillerim'de dahildi, Filistin' de Doğu Türkistan'da Arıkan'daki Müslümanlar da, ve daha niceleri dahildi,dün olduğu gibi bugünde ve ömrüm yettiğince kadar hiç bir zaman zulmü haykırmaktan, mazlumun yanında olmaktan vazgeçmeyecektim.

Çünkü Rabbimiz Hucurat Sr. 10 Ayette şöyle buyuruyor ;

"(Ey iman edenler) müminler ancak kardeştirler, onun için kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete erdirilesiniz. "

............

Kuran kursunun kapısından içeri girdiğimde yüzümde oluşan tebessüm ile ayakkabılarımı ayakkabılığa bıraktım sohbetin başlamasına 15 dakika vardı.
Öncesinde namazımı kılacaktım, büyük mescitte toplanan topluluğun yanından geçerek bir odaya girdim.
Namaz kılan bir kaç kişinin yanına geçip namaza başladım.

Evde değilde Mescitte yada Camide namaz kılmanın sevabı çok fazlaydı,
bu yüzden kursa geleceğim zaman namazımı çok geç vakite bırakmamak suretiyle burada kılmayı tercih ediyordum.

Namazım bitince hemen büyük mescide geçip sohbeti dinlemeye başladım,
sohbet efendimizin hayatı ile alakalıydı. Doğuşu,babasını kaybetmesi, sonrasında süt annesi ile geçirdiği dönem, şak'kı sadr (göğüs açma olayı) annesini kaybedişi,
Dedesinin himayesi altına girişi.

Ve en önemli bütün bunlar yaşanırken bitmeyen tevekkülü...

Hocanın anlattıkları birer birer kalbime nakşederken, gözlerimden yaşlar eksilmiyordu.
Peygamberimizin hüznünü yetim, öksüz kalışını, bir nebzede olsa anlıyor olmam,
Kainatın efendisine olan gönül bağımı tazeliyor, bana dayanak oluyordu.

Gerçi benim annem ve babam hakkında hiç bir bilgim yoktu.
Emin bile değildim öldüklerinden
Yetimhanede hem yetim hem öksüz derlerdi bana ama hiç kimse sormazdı ardını arkasını.
Kimsenin anne babamdan ümidi yoktu.
Gerçi benimde öyle.
Eğer ölmemiş olsalar bu benim için daha büyük bir acıydı.

Bu benim hala bir şeylere şansım varken elimden alınışı olurdu.
O zaman kim verecekti sıcak evimde ailemle kalmam gereken zamanları, sokaklarda geçirdiğimin hesabını?

Yada çoğu gencin 18 yaşına geldiğinde kendi başına eve çıkma hayallerinin yanı sıra benim elimde bavulla bir yandan üniversite okurken yurt yurt gezişlerimin hesabını?

Hasta bedenim çaresizce titrerken sırf  hayatta kalabilmek için sokak sokak iş aradığım günlerin hesabını kim verecekti?

Eskiden içim kinle doluydu,
Her bir cümlem ateşten ok gibiydi.
herkese karşı, en çokta kendime karşı acımasızdım.
Çünkü daha bebekken beni bırakan ailemin öfkesi içimde bir türlü dinmiyordu.
Ancak şimdilerde Efendimizin hayatını dinledikçe, boş kalan her vaktimde kendimi Alemlerin Rab'bi olan Allah'ı tanımakla meşgul edince,
Gönlüm ferahlıyor, yavaş yavaş Huzur limanlarına çekiliyordum.

Sohbet bittiğinde tamamen tazelenmiş hissediyordum.
Sanki üzerimdeki tüm ağırlıklar omuzlarımdan çekilmişti.

Mescitten çıktığımda derin bir nefes aldım. Şimdi hastaneye gitmem Gerekiyordu.
Her ne kadar'da kontrolleri erteliyor olsam da geriye kalan tek böbreğimin ne kadar çalıştığını merak ediyordum.
Görünüş olarak sapasağlam dursam da, içten içe bu acılar bedenimi çürütüyordu.

Daha çocuk yaşlarda tek böbreğimi kaybetmiştim.
Sonralarda ise kalan böbreğim çürümeye başlamıştı.
En son kontrolde doktor işlerin pek iyi gitmediğini yakın zamanda nakil olmazsam öleceğimi söylemişti.
Bense bu konuşmayı zihnimin arka taraflarına atıp, hayatıma her zamanki gibi devam etmiştim.
Eğer bu geçici bir hastalık olsaydı mutlaka tedavisi neyse ilgilenir, Allah'ın bana emanet verdiği cana bu acıları yaşatmazdım.

Lakin şu noktada bana böbreğini verecek bir ailem olmadığından ve hastanelere sıraya girsem kim bilir ne zaman sıra geleceğinden hiç bir uğraşa girmeyip kalan zamanımı güzel bir şekilde değerlendirmek istiyordum.

Hastaneye girdiğimde randevu saati girince doktorumun yanına girmiştim.
İlk başlarda gülen yüzü röntgeni incelerken ne kadar belli etmemeye çalışsa da düşmüştü.
"Neden önceki randevularınıza gelmediniz Elif hanım?"

"yoğun bir iş hayatım var Doktor Bey maalesef çok vaktim yok"

Doktorun kaşları havaya kalkarken yüzümdeki sakin ifadenin onu şaşırttığı belliydi.

"olur mu öyle şey?
En önemli şey sağlık sizde biliyorsunuz."

Sesimi çıkartmadığım da doktor tekrar bakışlarını bilgiseyara çevirmişti.

"şimdi şöyle ki Elif hanım, sizde biliyorsunuz ki..."

"Doktor bey eminim diyeceğiniz şeyleri biliyorumdur. Ama benim asıl merak ettiğim ne kadar ömrüm kaldı?"

Açık sözlülüğüm karşısında afallasa da diyecek bir şey olmadığından gerçeği dolandırmadan söylemek zorunda kalmıştı.

"en fazla altı ay ki son bir ayı hastanede geçer"

Kafamı aşağı yukarı salladığımda teşekkür edip çıkmıştım odadan.
Hani hep olurdu ya filmlerde görürdük insanlar doktorun odasından çıkınca hemen sevdiklerini düşünürdü, acaba bu acı gerçeği nasıl söyleyebilirim aileme diye.

Bense tek başıma eve gidiyordum.
Ve gidip yas'da tutmayacaktım.
Her zaman ne yapıyorsam yine aynısını yapacaktım.
Çünkü biliyordum ki;

Canı veren'de Allah, alacak olanda...

MÜDDESSİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin