-24-
Kendime geldiğimde sağ ayağımda bir ağırlık hissettim. Hareket etmek öyle zordu ki. Gözlerimi bile açamayacak kadar yorgun ve bitap düşmüşken kendime gelmeye çalışmak, gözlerimi açtığımdaysa kendimi yakalandığım odanın sanki o odaya ait değilmiş gibi ıssız, eşyasız ve terk edilmiş bir mahzeni andıran köşesinde ayağından zincirlenmiş bir biçimde bulmak. Bu en kötü kâbuslarımda bile böyle olamazdı. Bu kadar korkunç olamazdı.
Burası bir bodrum katıydı. Bir kısmı lüks bir oda, bir laboratuvar gibi tasarlanmışken benim zincirlendiğim kısım aksi gibi soğuk duvarlarla kaplıydı. Hareket etmeye çalıştığımda ise ayak bileğimdeki acının sebebi zincirin beni kendine çekmesiyle geriye düştüm. Yeniden denemeye çalıştığımda beni odanın sıcak görünümlü tarafından ayıran otomatik bir parmaklık devreye girdi. Çarpmaktan kıl payı kurtulduğum parmaklıklar hızla şangırt diye aşağı inerek beni bir kafese hapsetti.
Gözlerim beni yarı yolda bırakacak gibiydi. Kapanmak üzereydi, yorgundu. Neler olup bittiğine anlam verememiş etrafa bakınırken kendimden beklenmeyen bir biçimde gözlerim kapandı ve yeniden uykuya daldım.
Yeniden uyandığımda üzerinden ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Kendime gelene kadar hapsedildiğim kafeste, parmaklıkların diğer ucunda sandalyeye ters oturmuş beni izleyen adamın varlığını fark etmem zaman aldı.
Kıvırcık saçları ıslak, duştan yeni çıkmış gibiydi. Hiçbir şey olmamış gibi bana bakıyordu. Profesör Fabri. Ya da her neyse.
"Uyandın demek."
Burnumdan soluyarak "Yok, hâlâ uyuyorum." dedim alaycılıkla. Sinirim öyle bozulmuştu ki kendimi soktuğum bu duruma inanamadım. Profesör Fabri'yi hayatıma sokan, onunla arkadaşlık kuran, iyi biri olduğunu düşünen bendim. Bu akşam defterimi ille de alacağım diye tutturan, bu laboratuvardan bozma yeri kurcalamaya koyulan da bendim. Kendim kaşınmıştım. Bu yüzden en çok kendime kızgındım.
Alaycılığımı ifadesizce karşılıksız bırakan adam duvar gibiydi. Meraklı bakışları üzerimde gezinirken "Nasılsın?" diye sordu. Bir de utanmadan.
"Tuzağa düşürülüp kaçırılan biri olarak çok iyiyim gerçekten!"
"Sakin ol. Sana zarar vermeyeceğim. " Yüzünde merhamet kırıntısı aradım ama yoktu. Güven veren bir ifade de olmadığı gibi. "En azından bunu ben yapmayacağım." Sözlerindeki kelime oyunu beni dehşete düşürüyordu. Tanıdığım, inandığım, arkadaş olarak gördüğüm adam bu adam olamazdı. Aptal Ece.
"Ne istiyorsun benden?"
Sorumu yanıtsız bıraktı. O an telefon çaldı ama öncesinde yüzü öyle dümdüz bir ifadeye bürünmüştü ki telefon çalmasaydı da sorumu yanıtlamaya pek istekli görünmüyordu.
Telefonu yanıtlamadan önce sandalyeden kalkıp benden iki adım geriye doğru ilerledi. "Evet." Hattın diğer ucundaki her kimse dinledi. "Kız yanımda, sağlıklı. Her şey kontrolüm altında. Merak etmeyin. Adamları alması için ne zaman göndereceksiniz?" Dinledikten sonra başını aşağı yukarı salladı. "Tamam. Tamam, herşey hazır olana kadar burada, güvende."
Kapattığı telefonu arka cebine atan adam yeniden bana geldi. Bu kez yavaş adımlarla. Sanki bir hesaplaşma gibi gözlerimin içine bakarken o hoca gibiydi. Ders vermeye hazır Profesör Fabri. "Hayatta bazen içinde bulunduğun durumda hiçbir suçun yoktur, Ece. Sen de biraz böyle bir durumdasın." Bana acıdığını ama bunu duygusuz bir biçimde yaptığını gizlemiyordu. "Senin belki de tek suçun insanlara çok güvenmen. Herkesi iyi sanman, hayatına alman."
Onun sakin duruşuna karşın bana sahte de olsa gösterdiği merhametten ötürü umutlandım. Yalvarır gibi baktım gözlerine. "Beni bırak lütfen. Ben kimseye bir şey yapmadım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADEH (+18)
General FictionUYARI: Bu hikâyede kötü örnek teşkil edebilecek davranışlar ve yoğun miktarda cinsel içerik bulunmaktadır. ❝ Açık konuşmak gerekirse hayatımın aşkını nerede bulacağımı pek düşünmemiştim. Ve tabii onunla bir kumarhanenin önünde üzerine kusarak tanışa...