☀️ Merdüm-i Zenfira ☀️
42.Bölüm
Dağ başı
Bir kalp hem ilk baharı hem de son baharı yaşar mıydı? Kalbim hem çiçek bahçesi olmuş ham de yapraklarını döküyordu. Her bakışımda değişiyordu kalbimin mevsimi.
Silah sesleri yavaş yavaş kesiliyordu. Sadece başkası dediğim anda yanımıza gelen bir asker "Komutanım kaçtılar, çok vaktimiz yok hemen sınıra gitmemiz gerek" dedi. Sınır mı? Biz neredeyiz ki? Şaşkınca askere bakarken gözlerini kapayıp iç çeken Alparslan başını sallayıp "Formamı getirin"dedi. Doğru ya ikimizde o pisliklerin kıyafetini giyiyoruz.
Bana bileğini uzattığında tanımam gerekti ama korkudan kimseyi göremiyordum. Sadece ona bakarken o koyuları bana çevirip baktı. İçli içli, sakinleşmeye yüz tutmuş halde baktı ve "Çıkacak mısın?"dedi. Ne? Nereye çıkayım?
Anlamamış halde bakarken elinde üniformayla gelen askerle dank etti. Doğru ya adam üstünü giyecek. Başımı eğip benden uzaklaşan adamın önünden geçtim ve yürümeye başladım. O an üstünü değiştiren iki kişi daha vardı. Bu kolumdan tutup iten kişi değil mi? Evet o!
Şaşkınca bakarken gülen gözlerini çevirdi ve bana baktı. Üstüne yeleğini geçirip bana doğru gelip silahını yerleştirerek "Üzgünüm sert olmak zorundaydım"dedi. Şaşkınca bakan gözlerim onu izlerken sadece "Benim olduğumu nereden anladın?"dedim.
Gülerek baktığında mavi gözlerini kıstı ve "Çamaşır yıkayan tek terörist ancak bir öğretmen olabilirdi...eğitim her yerde eğitim"dediğinde güldü. Gerçekten Azelya bulduğun yalana bak! Ya başkası olsaydı? Kesin anlardı. İç çekip başımı salladım ve "Teşekkür ederim"dedim. O mavileri uzağw doğru dikmişti. Bu askerler utanmayı da bilmiyor sanırım.
"Tek teşekkür ona mı? Ben de sana silah verdim..."diye gülerek bakarken birden arkama baktı ve hazırola geçip "Yani size..."dedi. Nereye bakıyor?
Arkamı döndüğüm de formasını giymiş Alparslan heybetiyle bize doğru geliyordu. Yine tekleyen kalbim beni çileden çıkarırken birden önümde duran maviş asker "Ama öğretmen hanım, kolunda kemiğin elime geliyordu...bir şey mi oldu?"dedi. Kırılmıştı.
Önüme dönüp kendime doğru tuttuğum kolumu hafif kaldırırken acısıyla içim gitmişti. Sızlanarak ekşiyen yüzümle başımı salladım. O elini elini uzatan adam kolumu tutacakken birden bileği tutulmuştu. Şaşkınca bakan gözlerimi kaldırdığımda Alparslan'ı gördüm. Ne oluyor be?
Hepimiz durmuş onu izliyorduk. Kalem gibi kaşları kavislenmiş, badem gözleri kısılmış halde "Herkes yola çıkacak...o narin ellerinin silah tutmasını istiyorsan önden yürü!"dedi.
Gözlerimin önünde duran koca cüsseli adam beni alıp oradan oraya fırlatırken sorun yok, ama başkası yarama bakarken elini kırıyor öyle mi? Şaka gibi!
İkisi arasında daha fazla durmayıp arkamı döndüğüm de birden gömleğimin arka yakasından tutulmuştu. Askıya asılmış poşet gibi kalakaldığımda beni kendine çeviren Alparslan "Yanımda bir santim bile uzaklaşırsan seninde o narin bacaklarına veda ederiz! Şimdi tek kelime dahi etme ve yürü!"dedi.
Beni tutup kaldırmıştı. Şaşkınca bakakaldığımda iç çeken adam koyuları gözlerime indirdi. Tuhaf bakıyordu. Sanki Alparslan'ın cinlenmiş hali gibiydi. Ona bile razıydım.
Beni yavaşça bıraktığında karşıda gelenleri gördüm ve elim ağzıma gitti. Gökmen ve kucağında sızlanan bir asker vardı. Gülmemek için kendimi zor tutarken elimi ağzıma koydum. Daha Melike'yi kucağına almamıştı. Şaşkınca bakarken "Komutanım ayağım burkuldu!"dedi. İnanmıyorum ayağı burkuldu diye mi kucağa çıktı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
☀️Merdüm-i Zenfira
SpiritualGarip bir dünya döngüsündeyim. Ey hayal bana neler sunduğunu bilmem ama sunduğun her neyse enfes bir lezzeti var