4.

5.1K 339 88
                                    

1 ay sonra...

İstanbul'un sıcak havası otobüsten indiği an yüzüne vurdu. Terminal o kadar kalabalıktı ki uzun zamandan sonra ilk defa insan içine karışacak olması onu korkutuyordu. Muavinden aldığı lacivert sırt çantasının tek sapını bir omuzuna atıp etrafta tanıdığı yüzü aradı.

Yanından geçen insanların ona çarpmasından bir şekilde temas etmelerinden korkarak dikkatli bir şekilde kenarda bir yere geçmeye çalışırken adının seslendiğini işitti kulakları. Hızla sesin geldiği yöne baktığında ona doğru gelen abisini görmesiyle rahat bir nefes alabilmişti.

"Abim... Hoş geldin." diyerek kardeşine sarıldığında Ferzan, kollarının arasındaki zayıf bedenin kasıldığını hissedebiliyordu. Onu daha fazla zorlamamak için geri çekilip düzgün duran siyah saçlarını karman çorman yaptığında oğlanın eskisi gibi "Abi yaa!" diye huysuzlanmasını duymayı bekledi ama olmadı. Bir ruh gibi tepkisizce öylece baktı oğlan abisine.

"Yol yormuştur seni. Önce güzel bir yemek yiyelim sonra eve geçeriz, olur mu?"

Abisinin gülen yüzünü daha fazla düşürmemek için yalandan dudaklarına yerleştirdiği o ufacık sahte kıvrımla gülümsedi.

"Olur."

Oğlanın omuzuna kendi kolunu atıp gidecekleri yere doğru yürütürken etrafı ona anlatıyordu. Miran, çoktan abisini dinlemekten vazgeçmiş yolun karşısındaki duran masmavi denize bakıyordu. Birkaç dakika sonra oğlanın sessizliğini fark eden Ferzan, oğlanın baktığı yöne doğru baktığında gülümsedi. Kardeşi daha bu yaşına kadar hiç deniz görmemişti. Birden Miran'ın koluna girerek oğlanı deniz kenarına doğru çekiştirmeye başladı. Işıklara kadar yürümeden arabalara dikkat ederek karşıdan karşıya geçtiklerinde denizi bu kadar yakından görebilmek Miran'ı daha da büyülemişti. Hafif esintinin burnuna taşıdığı iyot kokusunu yavaşça içine çektiğinde anlık bir huzurla gözlerini kapadı.

"Nasıl?" diye soracakken sorusu ağzından çıkmadan susup, gözleri kapalı bir şekilde huzurla derin nefesler alan kardeşini izledi Ferzan.

Belki de bir saate yakın sahilin kenarındaki büyük kayalıklarda oturmuş ikisi de hiç konuşmadan denizi izlemişlerdi.

Geçen bu kabus gibi bir ayda Miran'ın göğsüne giren kurşun yine onun canını almamıştı. Silah sesine uyanan anası oğlunu o halde görünce delirirken babası hak ettiğini buldu diye içten içe sevinmişti. Ama Miran ölümü ne kadar çok istese de öldürmeyen Allah öldürmüyordu işte. Daha yaşayacağı derdi de günü de bitmeyen oğlanı hastaneye kaldırdıklarında zor da olsa hayata tutunmuştu. Onun yaşadığına en çok üzülen de Devran olmuştu. Anası ameliyathane kapılarında Allah' a evladını ona bağışlaması için için yalvarırken Devran, ölsün diye neredeyse adak adayacaktı. İtin duası kabul olsaydı gökten kemik yağardı diye boşuna dememişler.

Analarının hakkımı helal etmem, kendi canıma kıyarım naraları, Ferzan'ın ısrar ve tehditleriyle ne yapıp edip evdeki iki adamı da Miran için en doğru olan yola ikna etmişlerdi. Bu sayede Miran iyileşir iyileşmez Ferzan abisinin yanına İstanbul'a gidecek bir daha da asla baba ocağı dedikleri o cehenneme geri dönmeyecekti. Şimdi ise karşısına daha nelerin çıkacağını bilmeden İstanbul'daydı.

Saat geç olunca Ferzan'ın "Yemek yiyelim" demesiyle kalkıp cadde üzerindeki minibüslerden birine binerek gidecekleri yere gittiler. Birkaç kelime de olsa konuşturabilmişti kardeşini. Normalde onun yaşındaki bir gencin ilk defa İstanbul'a geldiğinde şaşkınlıkla sağa sola bakıp heyecanlanması gerekirken ufacık bir kıpırtı bile yoktu gözlerinde. Eski Miran olsaydı eğer şu an elli kez Ferzan tarafından ensesine şaplağı yer "Ulan götünde kurt mu var az dur durduğun yerde!" diye, azarı işitirdi.

KARA OĞLAN [BXB]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin