Sonraki sabah kahvaltıda gergin bir atmosfer vardı. Herkes kasvetli ifadelerle masaya oturmuş ve hiçbir şey söylememişti, tek ses çatal bıçak takımının tıkırtışmasıydı. Dile getirilen tek cümle, Rhaenyra Targaryen'in, Deanys'in nerede olduğunu sormasıydı ve sadece Joffrey, kız kardeşinin onu gece odasında ziyaret ettiğini duyurdu.
"Peki sana ne söyledi?" Daemon kaşını kaldırarak ona sordu.
Joffrey omuz silkti. "Bana seslendiğinde, gözlerimi kapatmamı söyledi."
Aile üyelerinin Büyük Salon'a gitmesine, Luke ve onun iddiasını savunmalarına kısa bir süre kalmasına rağmen ortadan kaybolduğunu öğrenmek kimseyi mutlu etmedi, bu yüzden tekrar sessizce yemeye devam ettiler.
Aynı zamanda ama farklı bir yerde, Yeşiller, Prenses Helaena'nın odasında bir araya geldiler.
Ancak çoğu iyi bir ruh hali içindeydi. Anneleri ve Büyükbabaları onlarla dilekçeler veya başka bir şey hakkında konuşmak isteyip istemediği, Helaena'nın umurunda değildi. Arka planda seslerini duyabiliyordu, ancak sadece parlak gözler ve tatlı gülümsemesiyle kendine bakan kucağında ki Maelor'a odaklanmıştı.
Daeron'un yanında Aegon oturuyordu ve düşünceli bir şekilde pencereden dışarı bakıyordu.
Vaemond, Gerold, Rhaenyra ve Rhaenys'in söyleyeceği tüm saçmalıkları dinleyerek karanlık, soğuk Büyük Salonda bu kadar güzel bir gün geçirmek zorunda kalması utanç vericiydi. Günü eğitimde geçirmeyi ya da Sunfyre ile uçmayı tercih ederdi, o zaman yine bu fikir onu rahatsız etti. Çünkü yine yalnız olması gerekecekti.
Aegon, İpek sokağının prensi, içkici prens ya da zorba prens, veya annesine göre işe yaramaz utanç kaynağı prens olmayı bıraktıktan bir süre sonra korktuğu yalnızlığa mahkum hale gelmişti.
Tek tesellisi başarıya, hırsa ve kibre takık hale gelmesi oldu.
Sonra hayatının bir noktasında, uzun, uzun bir ortadan kaybolmanın ardından Deanys geri geldi.
Geri döndü ve Aegon onunla sadece Otto'nun ona verdiği görev yüzünden konuşmasına rağmen, Demir Taht odasında ilk konuşmaları sırasında bile, atmosferde farklı bir şey hissetmişti.
Deanys'in yanında Aegon, her zamankinden çok daha kendinden emin hissetmişti. Hatta konuşmalarından keyif almıştı. Eğitimlerinden, alaylarından, birbirlerini boğazlamalarından, dokunuşlarından.... Deanys'in, çocukluğundan beri var olan inatçılığını sevmişti. Verdiği tepkileri sevmişti, sadece olumsuzları değil, ondan olumlu tepkiler alabileceğini farkettikten sonra onu gülümsetmenin ve gülmesini sağlayacak yeni yollar aramıştı.
Durum üzerindeki kontrolünü kaybettiğini fark etmesi uzun zaman almıştı. Artık onun üzerinde bir etkisi olan o değildi, tam tersi Deanys'in kendisi üzerinde bir etkisi olduğunu fark etmişti. Etkisi o kadar artmıştı ki ondan kurtulmak imkansız hale gelmişti.
Eylemleri artık düşünülmüş ve planlanmış değildi, hissettiği gibi kendiliğindendi. Tüm kelimeler, tüm dokunuşlar, tüm duygular.... Artık hiçbir hareketi Otto Hightower'un ona verdiği görevi içermiyordu.
Deanys Targaryen'in ondan hoşlanmasını sağlamaya çalışan sadece Aegon Targaryen'di.
Bunu fark ettiğinde, işlerin ne kadar berbat olduğunu anladı. Deanys'i takip etme görevi zor bir görevdi ve ona bağlandığında ne yapacaktı? İyi sonuçlanmasının hiçbir yolu yoktu. Bir bakıma, Deanys gerçeği öğrendiğinde ondan nefret edeceğini her zaman biliyordu.
Ve haklıydı. Gerçeği öğrendi ve onu terk etti.
Ama Aegon bir şekilde hiç gitmemiş gibi hissetti. Deanys'in hala onunla birlikte olduğunu, kalenin gölgelerinde ve zihninin karanlık köşelerinde saklandığını hissetti. Onu görmeye gidip gitmemeye karar verdiği gecelerde bile ne zaman gözlerini kapatsa onu gördü. Varlığını, nefesini, dokunuşlarını hissetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐃𝐑𝐀𝐆𝐎𝐍𝐁𝐎𝐑𝐍 || aegon targaryen
Fanfiction"𝐓𝐚𝐫𝐢𝐡 𝐢𝐬𝐢𝐦𝐥𝐞𝐫𝐢 𝐡𝐚𝐭ı𝐫𝐥𝐚𝐫, 𝐤𝐚𝐧ı 𝐝𝐞𝐠̆𝐢𝐥!" Tarih, Targaryen'lerin iç savaşının Westeros'a getirdiği büyük yıkımdan bahsedeceği kadar buna son vermeyi amaçlayan güneş ve ay'dan da bahsedecekti. - Aegon Targaryen x OC House Of...