Oy ve yorumlarınızı bekliyorum canlar 🫶
Dışlanma duygusu, bir insana verilebilecek en ağır cezalardan birisidir. Ne hata yaparsa yapsın, ne dönülmez yollardan dönmezse dönmesin kimse bunu yaşamayı hak etmez. Belli bir arkadaş grubunun ya da en kötüsü ailenin insanı dışlaması insanda ağır tahribata yol açar. En kötü senaryo ise bunların tamamının, yani toplumun insanı yok saymasıdır. Kişiyi hem maddi, hem de manevi olarak gerçek anlam da bitirir. Bunu hisseden ve yaşayan birisinin hali berbattır. En çok zevk aldığı şeylerle uğraşırken ya da yalnızken bile en mutlu günün de hemen kendini belli edip, mutsuz yapar. Zamanla kişi, kendisini dışlayan insanlara bile öfke ve nefret duymamaya başlar. Çünkü artık sorunun kendisin de olduğuna inanır, hatta o kişilere bile hak verir duruma gelir. Kendisini sevmediği gibi hayatı da sorgulamaya başlar ki, bu duygu zamanla intihara, yani ölüme kadar götürür.
Bu yüzden sevmediğimiz, hatta bize zararı dokunmuş bir kişiye bile bunu yapmak akıl işi değildir. İntikam almak ve ödeşmek gibi, aslında bizi yıpratan şeylere hiç bulaşmadan yaşamak gerekir. Kişi ‘ Affetmek en büyük ceza ve intakamdır. ‘ lafını benimsemeli ve bunun bilincinde olamlıdır. Elbette ki bizi gerçek anlamda kıran ve canımızı yakan kişileri kolay kolay affedip, hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Bu çoğu insan harcı değildir. Ama ondan intikam almak ve dışlamak yerine başka şekilde de kendimizi, içimizi rahat ettirebiliriz. Ondan uzaklaşmak ve hatta hayatımızdan çıkarmak gibi.
Birol’ da düşündüğüm kadarıyla toplum tarafından dışlanıyordu. Belki kendisi böyle hissediyordu, bilmiyordum ama bilidiğim tek şey, bilmeden kendini bu durumun içine kendisinin soktuğuydu. Çünkü insan ne yaşmak isterse hayat onu tam da oraya konumlandırır. Ne bir gram aşağı, ne bir gram yukarı. Biraz sevgi ve biraz da ilgi gerekliydi Birol’a. Ancak bu eşkilde bu kötü duygu ve düşünceden çıkabilir, hayata öyle dönebilirdi. Bunlar, ona karşı bende fazlasıyla vardı ama bunu ona hissettirmem doğru değildi. Bu yüzden onu hayata tekrar kazanırmak için, düşündüğü gibi insanların kendisini dışlamadığını göstermeliydim. Bu yol da onu insanların, yani toplumun içine sokmaktan geçiyordu. Bir nevi korkularının üstüne gitmek gibi. Beni gezdirmesini istememde ki amaç da tam da buydu.
Daha önce Antıkabir’e gitmeme rağmen hiç gitmemiş gibi davranmış ve Birol’la ilk olarak oraya gitmiştik. Anıtkabir’le ilgili tarihi olarak ondan daha fazla bilgiye sahip olsam da, beni uzman bir rehber gibi gezdirmiş ve bilgi vermişti. Elbette benim bilmediğim, onun bildiği şeyler de vardı Antıkabir’de. Saygı nöbeti tutan askerler gibi. Daha önce geldiğimde hiç kıpırdamadan, robot gibi nöbet tutan askerlerin, nöbet değişim saatine denk gelmemiştim. Bu nöbet devir teslim zamanını çok iyi bilen kişi oydu. Birol, tam da bu zaman da beni buraya getirmiş ve tüylerimi dike diken eden nöbet değişimini bana izlettirmişti. Askerler hakkında epey bir bilgi vermiş, anlattıkça anlatmıştı. Buraya beni mutlu etmek için gelse de aslında en çok mutlu olan kendisiydi. Bunu çok iyi görebiliyordum. Çünkü epey bir zamandan sonra askerleri görmek ve görevini hatırlamak onun için gerçek bir tedavi olamlıydı. Görevi ve mesleği için bu kadar yanıp tutuşan birisini daha önce hiç görmemiştim.
Ankara gezisinin ikinci kısmında ise bir süre arabayla dolaşmıştık. Ankara’da daha önce görmediğim ve bilmediğim o kadar çok yer vardı ki gittiğimiz her yer beni büyülemiş, bu şehre aşık etmişti. Birol, mesleği gereği tam altı yıl burada olduğu için her konuya ve gittiğmiz her yere hakimdi. İlçeleri, sokakları ve kalabalık caddeleri avcunun içi gibi biliyor, sanki burada doğup büyümüş gibi rahat hareket ediyordu. Bana da gittiğimiz her yer hakkında bilgi vermiş, sık sık gezdiğimiz yerlerin hoşuma gidip gitmediğini sormuştu. Bilinir ki insan, çok iyi bildiği bir şeyi bilmeyen birine anlatırken uzunca konuşur ve uzman gibi bilgi verir. En önemlisi kendini önemli hisseder ve o kişinin yanında mutlu olur. Birol’da mutluydu. Bu gezdirdiği yerleri, kendisinin ilk gördüğünde ki duygusu ve buralara tekrar gelip başka biriyle gezmenin duygusu farkılıydı. Hangisi onu daha çok mutlu ederdi bilmiyordum ama bildiğim tek şey benim yanımda çok rahat olduğuydu. Gerçekten beni kırk yıllık arkadaşı gibi görüyordu. Ben ise her ne kadar duygularımı bir kenara bıraktım desem de kalbime söz geçiremiyordum. Onunla vakit geçirmek ve birşeyler yapıp paylaşmak, beni ona daha çok itiyordu. Duygualara ve kendi duygularıma hakim olmayı bilen birisi olmama rağmen asla kendime engel olamıyordum. Çünkü ilk defa hissettiğim bir duyguyu, söz geçiremeyecek kadar içerlerde hissediyordum.