36. bölüm : CEZA & LÜTUF

1.3K 141 57
                                    

Aylar sonra...

Hayatımıza giren herkes bizim için kimi zaman bir cezadır, kimi zaman da bir lütuftur. Kimisi öylesine gelip geçer ve kalıcı bir ders bırakırken kimisi de zamanla onu üzsek bile  hiçbir menfaati olmadan etrafımızda olmaya devam eder.

Doğuş'un hocası profesör, öğrencisi İstanbul'a geldiği vakit ona hemen sahip çıkmıştı. Doğuş onun sözünü dinlemeyip hata yapsa da, bir baba gibi davranmıştı öğrencisine. Çünkü onun ne kadar yetenekli ve temiz kalpli birisi olduğunu çok iyi biliyordu. Yaşadığı bu olayı unutması için elinden geleni yapıp destek olmuş, onu arkadaşının kliniğinde rica ve tavsiyeyle işe sokmuştu.

Doğuş 6 psikiyatristin çalıştığı özel bir klinikte çalışıyordu. Burası onun için mesleği adına gelmek istediği bir yerdi. Çünkü gerçekten de bu klinikte onun gibi en iyi doktorlar vardı. Doğuş aralarında en genç ve en toy olanıydı ama herkes biliyordu ki zamanla çok daha iyi yerlere gelecekti. Çünkü hayatın Doğuş'a bir özür, bir mükâfat borcu vardı.

Çoğu öğrenci gibi ailesi tarafından büyük bir destekle okutulmamıştı. Ne başardıysa kendisi başarmış ve buralara kadar kendi emeğiyle gelmişti. Diğer öğrenciler boşta kalan zamanlarında sosyal aktiviteler yapıp gezerken o daha iyi olmak için çalışmış, hep ekstra bir şeyler öğrenmek istemişti.  Nihayetinde de her zaman olduğu gibi emek yerde kalmamış ve öğrenilen her şey onu bulunduğu konumdan bir adım öne taşımıştı.

Doğuş'un erken yaşta bu kadar tecrübeli ve yetenekli olması, çalıştığı özel kliniliğinin adını duyurmaya yetmişti. Şehir dışından onun için gelen danışanlar, tedavi olduktan sonra büyük bir rahatlıkla ve mutlulukla dönüyorlardı memleketlerine. Nice vakaları çözmüş, nice kliniğe zincirli gelen imkansız hastalara şifa olmuştu. Kendisinden daha büyük yaşta olan meslektaşları onun bu yeteneğine, insanlar ve duyguları üzerinde bıraktığı etkiye hayran kalmışlardı.

Bir çok iş adamı ve firma onun kendisi adına yeni bir özel klinik açması için iş teklifinde bulunsa da Doğuş buna şimdilik sıcak bakmıyordu. Buraya alışmıştı ve burada ki insanları yarı yolda bırakmak istemiyordu. Çünkü biliyordu ki bu klinik  kendisinin gelmesiyle adını duyurmuştu. Ahde ve vefa onda çok aşırı durumdaydı. Dünyanın bütün iyi imkanları önüne serilse dahi sahip olduklarına değişmek istemezdi. Ufacık bir sevgi gördüğü yeri ya da bir insana sırtını dönemiyordu. Bu huyu belki de onu kısıtlayıp hata dahi yaptırsa da durumundan memnundu. Çünkü günün sonunda acaba demeden başını yastığa koyuyordu ve vicdan azabının kırıntılarını çekmiyordu.

Doğuş'u bu kadar yetenekli ve özel bir doktor yapan tarafı diğer psikiyatristler gibi olmamasıydı. Her danışanına eşi benzeri görülmemiş bir şekilde yakınlık gösteriyor ve aynı şekilde yakınlık kuruyordu. Bir nevi ailesi, dostu gibi oluyordu. Psikiyatrist olarak duygularını ve gözlemlerini bir kenara bırakıyor, o kişiyi anlamak için o oluyordu. İşte onu işinde bir numara yapan püf nokta da buydu. Danışanları ile yeri gelince içten ağlıyor, yeri gelince acılarını paylaşıyordu. Öğüt ve nasihat vererek, doğrusunu söyleyerek veya göstererek tedavi etmek asla onda yoktu. Hepsiyle klinik dışında görüşüp bir araya geliyor, sosyal olarak yakınlık gösteriyordu.  Çünkü onun benimsediği tedavi şekli her zaman konuşarak terapi yapmak değilde, başka aktiviteler yaparak tedavi etmekti. Kimisiyle balık tutmaya çıkıyor, kimisiyle konsere giderek eğleniyor, kimisinin de bir akşam yemeği için evine misafir oluyordu.

Herkesin derdine derman ve hastalığına şifa olan Doğuş, ne yazık ki kendine iyi gelemiyordu. Terzinin kendi söküğünü dikememesi tam da buydu. Çalışmadığı ve boş kaldığı her zaman aklına Birol geliyor ve içini garip duygu kaplıyordu.   O zamanlar da göğsüne bir ağırlık çöküyor, fiziksel olarak bunu cefayla hissediyordu. Aradan aylar geçmesine rağmen halen daha onu ve yaşadıklarını unutamamıştı. Bu habersiz gidişinden dolayı onu suçlamıyordu. Körü körüne sevmek ve bağlanmak da buydu ya.

O kişi ne yaparsa yapsın gözümüze batmazdı. Başkasının kusur olarak gördüğü her şey bize sorun olmaktan çıkar, hatta şirinlik olarak görülürdü. Doğuş'ta da durum böyleydi. Birol onu habersiz bir şekilde terk etmemiş, sadece buna zorlanmıştı. Aylarca onun kendisine dönmesini ve ulaşmasını beklemiş, bir gün çıkıp geleceğine dair umudunu hiç yitirmemişti.

Birol komutan da ise durum bundan farklıydı.  O, Doğuş gibi unutamamış değil, unutmak istememişti.

Sabah içtimasını komutanına imzalatmaya gelen bölük çavuşu, komutanı kıda kağıt parçasını imzalarken o esas duruşta bekliyordu. Göz altından da komutanına bakmayı ihmal etmiyordu. Bu adam hiç gülmez miydi? Hayatında onun dudaklarını kıvırtacak hiç mi olumlu bir şey yaşanmazdı? Hep böyle katı ve sert miydi?

" Başka imzalanacak bir şey varsa şimdiden şöyle. Taburdan falan gelen bir şey var mı? " diye sordu imzayı atarken.

" Yok komutanım. " dedi bölük çavuşu. Bir imza atmak bu kadar zahmetli olabilir miydi? Birol komutan bu imza meslesinde bile gereğinden fazla disiplinliydi. Günün sadece belli bir saatinde toplu olarak imza atmak istiyordu. Tam mesai bitiminde ya da öğle arasında imzaya gelen bölük çavuşunu defalarca kez azarlamaştı.

İmza işini bitiren Birol komutan, içtima kağıdını askere uzatırken gözü bir an için askerin sakallarını kaymıştı. Çatılan kaşlarıyla askere dikkatli bir şekilde bakarken, " Tıraş olmadın mı sen? " diye sordu.

Bölük çavuşu " Oldum komutanım. " dedi disiplinle. Gerçekten de olmuştu. Başlarında böyle bela bir komutan varken olmaz mıydı hiç? Sabır dilenerek içinden komutana saydırsa da bunu belli etmiyordu.

Birol komutan, hiçbir şey demeden memnuniyetsiz bir şekilde başıyla kapıyı işaret etmişti. Asker, belgeleri koltuk altına alıp esas duruşa geçerek çevik bir hareketle selam vermiş ve odadan çıkmıştı.

Askerin odadan çıkmasıyla Birol derin bir nefes alarak sırtını sandalyesine yaslamıştı. Yine insanlara güven problemi yaşadığını ve bu atakların tekrardan nüksettiğini anlamıştı. Derin bir nefes daha almıştı. Bu gibi anlarda Doğuş ona bir yerlere oturup derin nefesler almasını söylemişti. Bir çok kez bunun faydasını gören Birol komutan tekrardan derin bir nefes daha almıştı. Aklına Doğuş gelmesiyle uzanarak telefonunu masadan almıştı. Direkt olarak galeriyeye girerek Doğuş'un resimlerinden birini açmıştı.

Doğuş'un resmini görmesiyle dudaklarının kenarı kıvrılmış rahatlatmıştı. Askerlerinin ' Bir insanın yüzü hiç gülmez mi? ' sorusu yanıt bulmuştu. Sadece bir resim onun gülümsemesini yetmişti. Eğer askerler bunu bilselerdi bölüğün her yerine Doğuş'um resmini asarlar, sürekli komutanlarına ondan bahsederdi.

Birol, telefonda ki resme bakıp gülümsemeye devam ederken Doğuş'un resmini büyütmüş, büyütmüştü. Dikkatli bir şekilde Doğuş'un yüzüne bakarken yüzü solmuştu. Ona ne kadar da çok haksızlık yaptığı ve üzdüğü bir kez daha aklına gelmişti.

Seven bir insan sevdiğinin iyiliği için ondan uzak durur muydu? Dururdu.

Doğuş her ne kadar Birol'un bir gün kendisine geleceğini emin bir şekilde beklerken Birol onun iyi olduğundan emindi. Çünkü her gün Doğuş'un hocası Birol'a Doğuş'un fotoğrafını gönderiyor ve iyi olduğunu, keyfinin yerinde olduğunu bildiriyor, hatta ara ara Doğuş'un ses kaydını bile atıyordu. Bu Birol'la profesör arasında bir antlaşmaydı.

Profesör daha dün sabah Doğuş'un anlık gülümseyen bir fotoğrafını saklı çekmiş ve Birol'a göndermişti. Onun gerçekten de iyi olduğunu, mesleğinde çok iyi yere geldiğini, bu ayrılığın ona çok yaradığını söylemişti. Zavallı Birol'da buna inanarak Doğuş'un karşına çıkamıyor, yanına gidemiyordu.

Ama artık özlem ona çok ağır gelmeye başlamıştı. Her gün resmimi görüp ara ara sesini duysa da bu ona yetmiyordu. Çıkıp gitmek istiyordu ama korkuyordu. Doğuş'un yolunda ve güzel giden hayatını mahvetmekten korkuyordu.

Yavaşça telefonunu kapatarak masaya bırakan komutan, yerinden kalkmış ve pencereye doğru adımlamıştı. Pencereden içeri süzülen meltem, onun gözlerini kapatmaya ve tatlı geçmişe götürmeye yetmişti. Doğuş'la ilk karşılaşmaları, apartmandaki halleri, yolda kalmaları, aklına gelirken derin bir nefes almıştı. Nefesi soluk borusunu yırtarak ciğerlerine dolarken bu acıyı hissetmiş ve yüzünü buruşturmuştu. Bunun adı artık özlem olmaktan çıkmıştı. Yangındı bu...

Çok kıymetli oy ve emoji de olsa yorumlarınızı bekliyorum canlarım ❤️❤️❤️

İMGELER -  GAY Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin