Doğuş, tedavinin bir parçası olarak her danışanıyla birlikte dışarıya çıkıyor ve sosyal bir aktivite yapıyordu. Bu yöntemin hastaları üzerinde büyük bir ölçüde faydasını görmüştü. Bu onun için zahmetli ve meşakatli bir iş olsa da insanların ödediği vizite ücretlerinin karşılığını vermeye çalışıyordu. Kliniğe gelen her hasta onun için çok özeldi ve oradan mutlu ayrılmaları için elinden gelenin fazlasını yapıyordu.
Yine bir danışanıyla birlikte sahil kenarına gelmiş ve büyük sedir ağacının altına oturmuşlardı. Yanlarında ekmek, biraz peynir ve domates de getirmişlerdi. Doğuş, danışanın doğradığı domates ve peynirleri ekmeğin arasına koyarken bir yandan da danışanını gözlemlemeyi ihmal etmiyordu.
Kırklı yaşlarda yer altı mafyası olan takım elbiseli adam ise oldukça mutluydu. Sebepsiz yere gülümsüyor, bu basit bir öğle yemeğinin kendisini bu kadar rahatlatacağını hiç düşünmemişti.
" Tuz? " diye sordu Doğuş hilal bıyıklı adama.
Adam, ekmeğinin arasını açıp biraz tuz isterken yol kenarında arabasının yanında duran adamlarına bakındı. Korumaları patronlarının bu haline oldukça hayıflanarak bakıyorlardı. Çünkü koskoca şirket sahibi bir yer altı mafyasının öğle yemeğini ekmek arası domatesle geçirdiğine inanamıyorlardı.
Yer altı mafyası olan adam, korumalarına başıyla işaret vererek beklememelerini söylemişti. Arabanın başında bekleyen korumalar saygıyla başlarını eğmişler ve dağılmışlardı.
Korumalarının gittiğini ve yalnız kaldığını bilen yer altı mafyası denize bakarak derin bir nefes almıştı. Rahatlamıştı. Denizin kokusu ciğerlerine dolmuş, ilk defa bu kadar kendini sakin ve dingin hissediyordu.
" Yav Allah senden razı olsun doktorum! Şu ömrümde bu kadar basit bir şeyi bana hatırlattın. " dedi.
Doğuş ekmeğinden bir ısırık alırken, " Hoşunuza gitti mi? " diye sordu.
Adam derin bir nefes daha içine çekip ekmeğinden bir ısırık aldı ve " Ben böyle bir lezzet tatmadım. Dünyanın en iyi açşılarının yaptığı en pahalı yemeklere değişmem. " dedi.
Gerçekten de bu yer altı mafyası bir ağacın gölgesinde oturmuş, ekmek arası domates yemenin bu kadar kendine iyi gelebileceğini hiç düşünmemişti. Bu mucize, terapi gibi bir şeydi. Tepesindeki ağaçta cıvıldayan kuşların sesi ve denizin kıyıya vurduğu dalganın sesi birbirine karışmış, bu durum onun çok hoşuna gitmişti. Yaşamanın, hayatı ve insanları sevmenin önemini bir kez daha anlamıştı. Kendisinin de dediği gibi dünyanın en pahalı yemeklerini yiyebilirdi ama bu huzuru ve mutluluğu bulabilir miydi?
Doğuş " Aslında çözüm dediğimiz mutluluk, çok yakınımızdadır.- " diye konuşurken adam dikkatle onu dinlemeye başlamıştı. Çünkü doktorunun söylediği her şey çok doğruydu ve kendisine bilmediği şeyler öğretir niteliğindeydi.
"-... Eşinizle de gelseniz buraya. Lüks restoranlara götürmeniz onu mutlu edemeyebilir. Belki sıradan bir insan gibi, insanların arasına karışmak istiyodur. Kocasıyla böyle basit şeylerle vakit geçirmek eminim ki aranızda ki ilişkiyi düzelecektir. " dedi.Derin ve sıkıntılı bir nefes veren mafya, " Öyle mi diyorsun? " diye sordu genç doktora.
Doğuş kendinden emin bir şekilde gülümseyerek başını sallamıştı. " Pahalı hediyeler kadınları mutlu eder. Sizde öyle yapmışsınız. Misal bir araba aldığınızda seneye bunun daha iyisini hatta başka bir şeyler bekleyebilir. Bu doğru değil. " dedi.
Kaşlarını kaldıran mafya, " Ya ne yapmalıyım? " diye sordu.
" Akşam eve giderken bir gül almayı deneseniz. Sadece bir tane. Bu ona aldığınız pahalı hediyelerin önünde olacaktır. Hiç atmaya kıymayacaktır ve o anı hiç unutmayacaktır. Hatta her tartışma yaşadığınızda bile o anı hatırlayıp yumuşayacak, seneler geçip gitsende o kuruyan gülü saklayacaktır. Atmaya kıyamıyacaktır. " dedi.