Aylar sonra...
İntikam ve affetmek... Zamanı geri almayacak iki eylemdir. Ne intikam almak rahatlatır ruhu, ne de affetmek, acı geçmişi unuttururdu ruha. Yaşadıklarımızdan ders çıkarıp, aynı saçmalıkla karşılaşmamak için önlem almak, belki de en iyi seçenekti.
Doğuş'ta tam olarak zuhur eden durum buydu. Ne olgundu ne de erdemli. İntikam uğruna uğraşmak yerine önüne bakmayı seçmişti. Öyle bir bakış açısı vardı ki, kin büyütmek ya da yapılan kötülükle ilgili intikam alma düşüncelerini canlı tutmak, hayat enerjisini tüketecek diye düşünüyordu. Hatta günler geçtikçe bu duruma bir kılıf uydurmaya bile başlamıştı.
' O hep böyle. O günlerde derdi ve sıkıntısı vardı. İnsan ilişkileri de kötüydü zaten. ' gibi düşünüyor, gün geçtikçe Birol'u affediyordu. Belki de intikam alacak kadar umursamıyordu onu. Belki de hala sevdiğinden dolayı bunu yapmayı hiç istemiyordu.
Birol'u hala seviyor muydu bilmiyordu ama intikam almak onun yapacağı şeyler değildi. Bir anlık öfkeyle atılmış bir yemindi. Çünkü intikam alma isteği onun için Birol'u değil, kendisini mutsuz edici bir hırstı. İntikam almak için hırslanmayan insan mutlu demekti. Mutlu insan intikam alma gereği duymazdı ona göre. Hem kötülük edenlerden alınacak en güzel intikam, aslında intikam almak için plan kurmak, uğraşmak değil, kötülüğü umursamadan gülüp geçerek neşe ile hayatına devam etmekti. Birol'u üzecek ve ona acı verecek en güzel şey, onsuz daha da mutlu olduğunu ondan önce kendisine göstermekti. Çünkü Birol'dan alacağı hiçbir intikam, onsuz da mutlu olduğunu bilmesi onu daha fazla sinir edemezdi.
...
Yeni bir güne başlamak için gözlerini açan Doğuş, temizlik ihtiyaçlarını giderdikten hemen sonra sabah kahvesini almış ve salona geçmişti. Dumanı üstünde tüten ultra sıcak kahvesinden dili yanmasın diye küçük bir yudum alırken bir yandan da yeni aldığı televizyonunu açmıştı.
Televizyonu açar açmaz gördüğü görüntüler kaşlarının çatılmasına, elindeki sıcak fincanı yavaşça masaya bırakmasına neden olmuştu. Kısılan gözlerle altta yazan son dakika haberini okudu. Okudukça gözleri dolmuş ve daha fazla kendini tutamayarak panikle ayağa kalkmıştı. Yüreğine oturan yumru, onun nefesine kesmeye yetmiş, çaresizce gözünden dökülen yaşlarla için için yanmaya başlamıştı.
Haber spikerinin konuşmasıyla eline kumandayı almış ve televizyonun sesini açarak dikkatle, aynı zamanda üzüntüyle dinlemeye başlamıştı.
" Tüm ülke yasta! Kalbimiz şuan da Van'da atıyor. Bitmek bilmeyen gecenin sonunda 95 ölünün, iki yüzü geçen yaralının olduğu biliniyor. Başta kardeş ülke Azerbaycan olmak üzere bir çok devlet Türkiye'ye yardım gönderirken, ülkemizin dört bir yanından da vatandaşlarımız arama kurtartma çalışmalarına katıldı. Orada bulunan ekip arkadaşlarımız bu ölü ve yaralı sayısının buz dağının görünen kısmı diye bilgi verseler de umud ediyoruz ki, daha fazlası olmaz. "
Dün gece Van'da gerçekleşen 7,2 büyüklüğünde ki depremden sabah haberi olmuştu Doğuş'un. Hangi kanalı açıp baksa senaryo farklı değildi. Tüm kanallar canlı yayınla Van'dan görüntü alıp haber yapıyor, Doğuş her kanal da ayrı göz yaşı döküyordu. Yıkılan evler, un ufak olmuş binaların üzerinde bir can kurtarmak için amansızca çabalayan insanlar...
Daha fazla bu duruma uzaktan çaresizce bakmak istemeyen Doğuş, bir an önce oraya gitmek karar vermişti. Elinden ne gelir, ne yapar, ne işe yarar bilmiyordu ama tek bildiği şey burada daha fazla duramayacağıydı.
Bir insanın canını kurtarmak demek bin hayat demekti onun için. Arama kurtarma çalışmalarında işe yarar mıydı emin değildi ama onlar için uğraşmak istiyordu. Halkın enkazdan kurtulan insanlara yardım edip bir şeyler yaptığını görmüştü televizyondan. Çadır kurumu olsun, yemek veya kişisel yardım eşyaları dağıtma işi olsun, görevlilere çay, çorba taşıma işi olsun, her şeyi yapmaya hazırdı.
...
Van'a gitmek üzere tıbbi doktor, psiyatrist ve pedegoglardan oluşan bir sağlık ekibinde yer alıyordu Doğuş. Yakın olan tüm randevularını iptal etmiş ve bu ekibe son anda dahil olmuştu. Bütün ekip, yol boyunca üzüntüyle dua etmiş ve bu şekilde sessizce yas tutarak varmıştı Van'a.
Geldiklerinde ise karşılaştıkları manzara karşısında gözlerine inanamamışlardı. Durumun televizyonlarda anlatıldığından dahi vahim olduğunu hepsi gözleriyle görmüşlerdi.
Kalabalığın ve can pazarının yaşandığı koşuşturmanın ortasında yalnız kalan Doğuş, dolan gözlerle etrafına bakıyordu. Kafasını nereye çevirse ayrı bir acı görüyordu gözleri. Bu bir doğal afet değildi, kıyametti.
" Sessizliiiiik! " diye duyduğu sesle ürpererek irkildi Doğuş.
" Sesimi duyan var mı? "
Bir can kurtarmak için harcanan bu çaba ve insan üstü emek karşısında gözünden düşen bir iki damla yaşla kala kalmıştı Doğuş. Görevli kurtarma ekipleri, polisler, askerler ve halkdan oluşan ekiplerin diyalogları onu en derinden etkilemişti.
" Hadi Doğuş... " diye kolundan tutulup cekiştirilmesiyle irkilmişti. Onu çekiştiren ve uyandıran ekipten bir doktor arkadaşıydı.
Bir uzman doktor, " Organize olacağız. Kafamıza göre yardım edeceğimiz her iş, görevlilerin işini zorlaştırabilir. İki kişiden oluşan gruplara ayrılacağız... " diye konuşurken, Doğuş bir yandan onu dinliyor, bir yandan da şimdi yanından sedyeyle götürülen ağlayan çocuğa bakıyordu. Kolu fena halde ezilmiş, bacağı ise sarı bir alüminyum folyo ile kaplanmıştı. O kadar yarası beresi olan bu çocuğun sadece gözündeki yaşlara bakakalmıştı Doğuş.
O kadar kendinden geçmiş bir şekilde etrafında ki acıya bakıyordu ki, bir anda tüm doktor arkadaşlarının görev yerlerine dağıldını fark etmişti.
Uzman doktorun yanına vararak, " Ben nereye gideyim hocam? " diye sordu.
Yanındaki Kızılay görevlisiyle derin bir şekilde konuşan uzman doktor, tam ağzını açıp konuşacakken Kızılay görevlisi Doğuş'u tanımıştı. " Sen şu televizyondaki psikolog değil misin? Ödül alan? " diye sordu.
Yutkunarak başını salladı Doğuş.
Kızılay görevlisi, " Sen ilerde kurulan yaşam alanına gidip, kurtulan depremzedelere yardım edebilirsin. " dedi.
Uzman doktor başını olumsuz olarak sallayarak karşı çıkmıştı görevliye. " Oraya çokça pedegog gönderdim. Doğuş, kurtarma ekiplerinde yer alsın. " dedi.
Kızılay görevlisi Doğuş'a dönerek, " Tamam ama her bina için görevlendirilen görevlilerin emrinde çalışacaksın. Onlardan habersiz bir şey yapmayacak ve kendini tehlikeye atmayacaksın. Artçı depremler halen daha devam ediyor. " dedi uyarırcasına.
Uzman doktor ve Kızılay görevlisi aralarında ki konuşmaya devam ederken, Doğuş, " Hangi görevli? Kimin yanına gideyim? " diye sordu.Kızılay görevlisi, işaret parmağıyla ilerideki yıkık binanın başına duran adamı gösterdi ve " Şu askerin yanına git ve benim gönderdiğimi söyle. " dedi.
Doğuş, Kızılay görevlisinin gösterdiği kişiyi görmesiyle donup kalmış, başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Bu Birol'du.
Onun yanında ve ekibinde çalışmak ne kadar doğru olur, ne kadar insanlara yardım edebilir bilmiyordu. Tam Kızılay görevlisine dönüp kendisini başka bir yere vermesini rica edecekken, uzman doktorun ve kendisinin çoktan yanından ayrıldığını görmüştü.
Yapacak bir şey yoktu. Birol'u ne kadar unutmak istese de kader bir şekilde onu, ona itiyordu. Yutkunarak, ve utanarak Birol'un yanına doğru adımlamaya başladı. Dizleri titriyor, dehşetle bakan gözlerini ondan ayırmıyordu.
Bir süre sonra aralarında kırk - elli adım kala Birol onu fark etmiş ve görmüştü. O kadar kalabalığın ve hengamenin içinde hemen tanımıştı Doğuş'u. Başta kaşları Doğuş'u burada görmesiyle şaşkınlıkla havalansa da, şimdi yavaşça inip, çatılmış, öfkeyle bakmaya başlamıştı. Bu cehennem de onun ne işi vardı?
Devam edecek...