40. bölüm : ARSIZ ve HIRSIZ

1.2K 143 74
                                    

Birol komutan kulağında telefonla öfkeyle bölüğün de ki makam odasına girmişti. O kadar sinirliydi ki onu gören askerlerin dizleri titriyor, korkularından nereye saklanacaklarını şaşırıyorlardı. Yanardağın patlayacak duruma gelmesi kadar onu hiddetlendiren şey; profesörün telefonunu açmamasıydı.

Doğuş'un hocası profesör, Birol'la yaptığı antlaşmayı bozmuş, artık ona Doğuş'un fotoğraflarını göndermemeye başlamıştı. Üstelik Birol'un telefonlarını açmıyordu.

Bu durum Birol'u tam anlamıyla raydan çıkarmıştı. Doğuş'tan haber alamadığı için büyük bir endişe duyuyor, tabiri caizse yerinde durmuyordu. Çünkü en son Doğuş'a onu çok üzecek ve yaralayacak şeyler söylemişti. Böyle bir olaydan sonra ondan haber alamayınca iyi olup olmadığını bilemiyordu. Şimdi nasıldı? O günden sonra nasıl olmuştu? Çok üzülmüş müydü? Hâlen daha mutlu muydu? Bilmiyordu.

Belkide onlarca kez arayıp profesöre ulaşmaya çalışan Birol, bıkmadan ve usanmadan aramaya devam ediyordu. Aramalarına cevap alamayıp telesekreterin sesini duymasıyla küfürler ediyor, telefonu parçalamamak için kendini zor tutuyordu.

Yine öfkeyle odasında adımlayıp aramaya devam ederken gösterdiği üstün sabrın mükâfatını almış, profesör telefonu açmıştı.

" Nerdesin lan sen? " diye öfkeyle bağırdı Birol.

Koridorda ve bahçe de komutanlarının öfkesi yüzünden korkan ve gergin bir şekilde bekleyen askerler onun sesini duymasıyla irkilmişlerdi. Kıyameti andıran bu ses tonu sonucu koridordakiler koğuşlarına, bahçedekiler de sağa sola kaçışmıştı.

" Sakin ol. " diye konuştu profesör. Sorunun ve Birol'un neden bu kadar ısrarla kendini aradığını biliyordu. Başına bir bela almıştı ve çok pişmandı. Düşündüğü, Birol denen bu mahluk sadece öğrencisine değil, kendisine de musallat olmuştu.

Öfkeyle, " Telefonlarımı niye açmıyorsun? Öldürtmek mi istiyorsun kendini? " diye bağırdı Birol. Konuşurken bağıra çağıra konuştuğu için ağzından tükürükler sıçrıyor, öfkesinden telefonunu tuttuğu eli titriyordu.

Profesör, sinirli bir şekilde kendinden hesap sorup, tehdit eden adam karşısında mümkün olduğunca sakinliğini korumaya çalışıyordu. Sabır dilenerek derin bir nefes aldı ve " Bak oğlum, böyle olmuyor ama! " diye uyardı.

" Söz vermiştin! Onun iyi olduğundan emin olacaksın demiştin. " diye konuştu Birol. Sözleri, kelimeleri buram buram tehdit kokuyordu.

Profesör derin bir nefes daha almıştı sakin kalmak için. Bıkkın bir şekilde " Bu ne zamana kadar böyle devam edecek Birol? Ben ne zamana kadar sana Doğuş'un fotoğraflarını göndermeye devam edeceğim? ... " diye sitemkâr bir dille  konuştu. Susmuştu Birol. " ... Siz ayrıldınız, bitti gitti. Böyle yapmaya devam edersen onu nasıl unutacaksın? " diye sordu.

Uzun bir süre sessiz kalan Birol gözlerini kırpıştırarak başını yere eğmişti. Sıkıntılı bir nefes verip sakince " Ben sadece onun iyi- " diye konuşurken profesör sözünü kesmişti.

" O iyi. Çok iyi. Artık merak etme. " " Sen de kendi hayatına bak. Böyle yaparak kendine de, ona da, bana da eziyet ediyorsun? "

Profesörün konuşmaları sonucu birazcık olsun sakinleşen Birol, odanın içinde  hızlı hızlı volta atmayı bırakmış, sakince adımlıyordu. Profesöre hak veriyordu. Ama onun kendine itiraf edemediği bir nokta vardı. Doğuş'u halen daha sevmek. Doğuş'un fotoğraflarını profesörden istemesinin tek sebebi hasret gidermek ve onu unutmamak içindi. ' Onun iyiliğinden emin olmak için. ' sebebi onun için tamamen bahaneydi. Onun her fotoğrafını açtığında ya da sesini duyduğunda saatlerce bakıyor, dinliyordu. Bu onun iyi olduğundan emin olması sebebi falan değil, asla unutmamak istememesiydi.

Titreyen sesiyle, " Şimdi nasıl? İyi mi? " diye sordu. O kadar feryat figandan sonra sesi ilk kez  ağlamaklı çıkmıştı.

Halen daha Doğuş'u sorduğunu ve o kadar konuşmasının boşa olduğunu anlayan profesör sabır dilemişti. Bir kez daha " İyi. " dedi ona.

Fotoğraf istemeye çekinen ve çaresiz kalan Birol yine çaresizce kapatmıştı telefonu. Aldığı derin nefes göğsünde sıkışıp kalmış, adeta göğüs kafesini parçalayacak derecede canını yakıyordu.

Bildiği bir gerçek vardı. Gerçek şuydu ki; artık profesörün de dediği gibi onun fotoğraflarını istemesine, iyi olup olmadığını merak etmesine gerek kalmamıştı. Çünkü Doğuş'la ayrılmışlardı ve emindi ki ona dönüş yollarındaki tüm köprüleri kendi elleriyle yıkmıştı.

...

' Aç bırakma hırsız olur, çok da verme arsız olur. ' atasözü tam da Birol ve profesöre ithaf edilmiş bir atasözüydü.

Yönettiği, eğittiği ve korumaya çalıştığı insanlar için bir şeyler vermek, peşinde ardı arkası kesilmeyen talepler çıkarıyordu. Dolayısıyla o kişi zamanla söz dinlemez ve arsız oluyordu. Profesör, Birol'u Doğuş'tan uzak tutmak için bir zamana kadar öğrencisinin fotoğraflarını göndermişti ama Birol tam da bu atasözünde ki gibi arsız olmuştu. Benzer bir şekilde bu kimselere istediği şeyleri vermek de gerekirdi. Hırsızlık yapmasın, zarar etmesin diye...

Ama arsız arasıdı. Bir zaman sonra istediği şey olmayıp kendinden esrigenince yapacağı tek şey hırsızlıktı.

Birol, odasının kapısını açarak yüksek sesle askerine seslendi.

" Çavuuş "

Bahçede oturan asker komutanın sesini duymasıyla irkilmiş ve ağzından " Yandım anam. " diye bir nida kaçmıştı. Kim bilir niye çağırıyor diye düşünüp telaşa girmiş, farkında olmadan bir şey mi yaptım acaba diye düşünmüştü.

Kalbi elinde koşarak saniyeler içinde komutanının karşısında esas duruşa geçip tekmil vermişti.

" Selman Yüksel. Bartın. Emret komutanım. "

Karşısında korkudan tir tir titreyen askerine bakan Birol, gözlerini kırpıştırarak, sakince " Geç içeri. " diye konuştu.

Asker, tedirgin ve temkinli bir şekilde odaya girerken peşi sıra  Birol'da girmiş ve kapıyı kapatmıştı.

" Geç şuraya, aç bilgisayarı. " diye emir verdi makam koltuğunu işaret ederek.

Asker şaşırıp komutanının ne dediğini anlamasada korkudan dolayı sorgulamadan bilgisayar başına geçmişti. Komutanı emir verse de onun yanında makam koltuğuna oturması onu çok rahatsız etmişti. Umarım kendisini denemeyirdu.

Birol, makam masasının etrafından dolanmış ve askerinin oturduğu koltuğun arkasına geçmişti. Ellerini askerinin oturduğu koltuğun sırt yaslama yerine koyarak, " Gir internete. " dedi.

Asker titreyen ellerle internete girerken Birol bunu fark etmişti. " Korkma oğlum, bir şey yok. " dedi askerini rahatlatmak için.

Ardından askerine isim yazılı bir kağıt uzatarak, " Şu doktorun çalıştığı yerden bana randevu alacaksın. " dedi. Cüzdanından çıkardığı kimliğinide masaya koymuştu.

Asker kağıttaki yazan ismi tarayıcıya yazmasıyla doktorun psikiyatrist olduğunu görmüştü. GENÇ YETENEK, GELECEĞİN DOKTORU, ÖDÜLLÜ PSİKİYATRİST gibi haberlere göz gezdirdi.  Hemen bir siteye girerek komutanı için istediği doktordan randevu almaya çalışan askerin korkusu artık gitmişti. Komutanı nihayet tedavi olacaktı. Deli hastanesine alınır, kurtuluruz umuduyla, en kısa zamana almıştı randevuyu.

Birol, Doğuş'a gitmeye karar vermişti. Çünkü, arsız arasıdı. Bir zaman sonra istediği şey olmayıp kendinden esrigenince yapacağı tek şey hırsızlıktı...

Çok kıymetli oy ve yorumlarınızı bekliyorum canlarım.❤️❤️❤️

Bu arada kitap nasıl gidiyor? Elimden geldiğince özenle yazıyor ve gerçekçi olması için dikkat ediyorum. ❤️❤️❤️

İMGELER -  GAY Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin