Köy düğünleri... O kadar değişik bir şekilde yapılıyordu ki şaşmış kalmıştım. Benim bildiğim ve gördüğüm düğünlerde, nikah kıyılır, dans edilir ve takı töreni gibi şeyler olurdu ama bu katıldığım köy düğünü çok farklıydı. Nikah haftalar öncesinden kıyılmış ve takı töreni de nişan merasiminde olmuştu. Düğün ise köylüler için sadece yemek yemek ve misafir ağırlamaktan ibaretti. Öyle ki, gelin ve damat bile ortalıklarda yoktu.
Oğlan evi ve akrabaları düğüne davetli olan misafirleri ağırlayıp sofralarına yemek taşırken bende bir köşeye çekilmiş oturuyordum. Birol, akrabasının düğünü olduğu için ordan oraya işlere koşturuyor, arada bir yanıma gelip sıkılıp sıkılmadığımı soruyordu. Her ne kadar ona keyfimin yerinde olduğunu söylesem de sıkıntıdan patlamıştım. O kadar insanın içinde kendimi çok yalnız hissediyordum.
Garibim Birol ise her işe koşturmaya çalışıyor, masalara yemek taşıyordu. Akrabasının düğünü olduğu için sesimi çıkarmıyordum ama burda bulunmakta istemiyordum. Davulun ve zurnanın gürültüsü bir yandan, kalabalığın attığı kurşunlar bir yandan, resmen boğuluyordum.
Birol, giydiği siyah pantolon ve beyaz gömlekle o kadar yakışıklı olmuştu ki, şuan onu etrafındaki herkesten kıskanır hale gelmiştim. O kadar erkeksi ve karizmatikti ki, bir de gömleğinin ilk iki yakasını açmıştı. Kenardan köyün kızları ona bakıp iç çekerken birbirleriyle fısıldaşıyorlar, kim bilir ne hayaller kuruyorlardı? İçimden kalkıp çirkefkeflikle, onun sahibi var demek geliyordu ama her defasında kendimi dizginliyordum. Dizginliyordum ama birde bunu bana sorun.
Beni uzun süredir uturup kalmadığım tabureden kaldırıp harekete geçmemi sağlayan şey biraz önce olmuştu.
İki kız Birol'a bakıp birbirleriyle konuşurken bir anda Birol'un fotoğrafını çekmeye başlamışlardı. Bunu görür görmez sakince yerimden kalkmış ve kızlara çatılan kaşlarımla bir bakış atarak Birol'un yanına varmıştım.
Elindeki etli pilavı masaya götürürken kolundan tutmuş ve onu durdurmuştum. Beni fark etmesiyle, " Noldu? Sıkıldın mı? " diye sordu.
Sıkıntılı bir nefes vererek, " Ne zaman gideceğiz ya? " diye söylendim. Onu bir an önce kurtlar sofrasından uzaklaştırmak istiyordum, çünkü biraz daha kalırsak başını bağlayacaklardı. Sadece köy düğünlerinde değil, tüm düğünlerde bu böyleydi. Aileler, bekar oğlanlarına ve kızlarına münasip birini bulmak için gelirdi düğünlere. Göz altından bakarlar, ve bu görücü usulü evlilik dedikleri şey böyle böyle başlardı.
" Bir kaç saate gelin ve damat gelir. Sonra gideriz işte. " dedi.
Çocuk gibi başımı eğip dudaklarımı büzerek, " Ama ben seni çok özledim. " diye mırıldandım.
Dudaklarının kenarı kıvrılmıştı. Yanımızdan geçen bir genci durdurarak elindeki tepsiyi ona tutuşturdu ve " Şu masaya götürüver abim. " dedi.
Genç, Birol'un verdiği tepsiyi masaya götürürken, Birol kolumdan nazikçe tutmuş ve " Yürü bakalım. " diyerek yürümeye başlamıştı. Bir yandan etrafa bakıyor, bir yandan da beni bir yerlere çekiştiriyordu. Nereye gidiyorduk, beni nereye sürüklüyordu bilmiyordum ama keyiften kikir kikir gülüyordum.
...
Düğün salonun arka tarafında bulunan tuvaletlere geldiğimizde niye beni buraya getirdi diye düşünmüyordum. Kapıyı ardımızdan kapatır kapatmaz, neden canımın sıkıldığını sorgular gibi ellerini beline koymuş ve bana bakmaya başlamıştı. Hafifçe gülümseyen bu yakışıklı adama kısa bir süre baktıktan sonra hemen kollarımı omzuna dolayarak dudaklarımı dudaklarıyla buluşturmuştum. O'da anında belimi sarıp bana karşılık verirken, hiç olmadığım kadar kendimden geçmiştim. Yakışıklılığı ve kızların ona yiyecek gibi bakmaları beni öyle bir azgınlığa itmişti ki, dudaklarını hırsla öpüyordum.