Doğuş'un kariyeri oldukça iyi gidiyordu ki başarı basamaklarını birer birer değil, ikişer üçer tırmanıyordu. Herkes onun bu kadar kısa sürede hızlı yükselmesinde ve adını duyurmasında farklı sebepler arasa da, hatta ' Çok hızlı gidiyor, düşüşü de o kadar hızlı olur. ' dese de, Doğuş herkese inat yükseldikçe yükseliyordu. Neredeyse her geçen gün, bir gün öncesinin rekoruydu onun için.
Şuan geldiği nokta ise, zirevenin ta kendisiydi. Özel bir ödül töreninde Türkiye iyilerini seçmişti ve Doğuş'da ödül alanlar arasındaydı. Ödülünü bizzat cumhurbaşkanından almıştı. Bugüne kadar psikolji dalında ödül alan en genç doktor olduğu için herkesin ilgisini çekmiş ve kısa bir zamanda adını geniş kitlelere duyurmuştu.
Birol ise bunu bir televizyon programından öğrenmişti. Doğuş'u ekranda ilk gördüğünde gözlerine inanamamış, adeta yerinde duramamıştı. Gözünden akan göz yaşıyla küçük bir çocuk gibi televizyonun dibine gelerek izlemişti onu. Özlemi tavan yapsa da bu göz yaşlarının sebebi aslında gururdandı.
Doğuş'la gurur duyuyordu Birol. Her ne kadar onu özlese de onu bırakmanın onun için en doğru karar olduğunu bir kez daha anlamış, gözleriyle görmüştü. Eğer birlikte olmaya devam etselerdi biliyordu ki; Doğuş mesleğini yapamayacak, bu noktaya gelemeyecekti. Çünkü O bir ara Birol için mesleğini yapmaktan vazgeçmişti. Birol, için bu kul hakkına girmek demekti. Hele ki bu hak sevdiğinin hakkıysa.
Birol, her ne kadar bir gün Doğuş'un karşısına çıkacağı ve özür dileyeceği, hatta barışacağının hayalini kursa da bundan tamamiyle vazgeçmişti. O iyi olsun ona yeterdi. Çünkü kendisinin varlığı Doğuş'a en çok zarar veren ve kısıtlayan bir şeydi. Ama işler onun için bir kez daha ters gitmiş, Doğuş çoktan Hakkâri'ye varmıştı.
Bir akşam vakti silah hanede kendi başına silahına bakım yaparken bir asker gelmişti. Asker her ne kadar komutanın işinin olduğunu görse ve rahatsız etmemek istemesede, çekinerek durumu bildirmişti.
" Komutanım nizamiyeye ziyaretçiniz gelmiş. "
Birol başını temizlemek için uğraştığı silahından kaldırmış ve askere bakmıştı. " Kim? " diye sordu.
" Bilmiyorum komutanım. " dedi adker mahçup bir ses tonuyla.
Birol, hiçbir şey demeden kaşıyla kapıyı işaret etmişti askerine. Askerin dışarı çıkmasıyla işini bırakmış ve elini çenesine götürerek gelenin kim olduğu hakkında düşünmeye başlamıştı. Ailesiyle o malum olaydan sonra hiç görüşmemişti. Bu yüzden aklına ilk olarak gelenin onlardan biri olduğu gelmişti.
...
Bıkkın bir şekilde nizamiyeye varan Birol, askerlerin kendisine selam vermesine bile cevap vermeden yürüyordu. Ailesinin buraya kadar geldikleriklerine için için kızıyordu. Çünkü burası hem tehlikeli bir terör bölgesiydi hem de neden emrivaki bir şekilde habersiz geldikleriydi. Çatılan kaşlarıyla ilk olarak misafirlerin ağırlandığı alana gözlerini çevirdi. Kimse yoktu. Derin bir nefes alıp sabır dilenirken gözleri askeriyenin girişindeki ağaçlık alanda duran gence takıldı. Bu Doğuş'tu...