Oylarınızı ve satır arası yorumlarınızı bekliyor, şimdiden teşekkür ediyorum.
Birol, komutan generalin isteğiyle sabah erkenden askeriyeye gitmişti. Acaba göreve geri mi dönüyorum diye büyük bir heycan ve sevinç yaşasa da, onun göreve çağırılmadığını çok iyi biliyordum. Oraya gidip bunu öğrendiğinde büyük bir yıkım ve sonunda umutsuzluk yaşayıp daha kötü olmaması için onunla gitmeden önce konuşmuştum.
‘ Bilinmeyen bir şeyde her zaman kendini en kötüye hazırla. Kötü olursa sana sürpriz olmaz ve üzülmezsin, iyi olursa da sana mükafat olur. Ben hep böyle düşünür, böyle yaşarım. ‘ demiştim. Kahvaltıda uzun uzun konuşmuştuk bu konuyu. O her ne kadar göre aşkıyla yanıp tutuşsa da buna epey bir zaman vardı. Elbette bunu yüzüne söylememiştim ama ufaktan da belli etmiştim. Özellikle dün gece yaşadığı krizi ortaya sürerek, ‘ Yaptığın iş diğer mesleklerden çok farklı. Biliyorsun ki hiçbir aksaklık ya da ihmali affetmeyecek bir meslek. Ya krizin orada da devam ederse? ‘’ diye konuşmuştum.
Anlayıp hak verircesine kaşlarını çatmış ve başını sallamıştı. Anladığım kadarıyla mesleği onun için her şeydi. Hastalığından sonra görevden bir süre alındığı için durumu daha da kötüleşmişti. Bu haldeyken yeteri kadar vatana hizmet edemeyeceğini, hatta belki de zararı bile dokunacağını anlamıştı. Kendisi bunları benden daha iyi biliyordu ama fark edemiyordu. Ben de tam bu nokta da gözünü açmış ve fark etmesini sağlamıştım.
Her ne kadar onunla birlikte gelebileceğimi söylesem de, istememişdi. Bende yalnız kalması ve biraz sosyalleşmesi için fazla üstelememiştim. Evde boş boş oturmamak için ve konuşma yapacağım şempozyuma kısa bir zaman kaldığı için, ben de bir kütüpahneye gelerek burada çalışmak istemiştim. Ülkede tıp ve psikoloji ile ilgili kitaplar maalesef satın alınarak ulaşıldığını için ve çok pahalı oldığu için en iyi yol kütüphanelerdi. Eğitimim için daha önce bu kitapları almıştım ama İstanbul’da kalmıştı. Sadece bir şempozyum için tekrar aynı kitapları satın almakta akıl mantık işi değildi. Bu yüzden Ankara’nın en büyük kütüphanesine gelmiş ve istediğim kitaplara ulaşabilmiştim. Bu kitaplar büyük bir ölçüde işimi görse de aldığım notlara da ihtiyacım vardı. Mutlaka ama mutlaka birkaç gün içinde İstanbul’a dönmeli, kitaplarım ve notlarımla birlikte eşyalarımı da almalıydım.
Başımı, Dr. Elif Güneri Yöyen’nin kaleme aldığı Kişilik Bozuklukları - Tanı ve Tedavi Yönetmeleri adlı kitaptan kaldırarak telefonumda ki saate baktım. Öğlen ikiyi geçmişti. Hemen toparlanarak kalktım ve kitabı yerine bırakarak kütüphaneden ayrıldım. Kitaplara dalmaktan ve incelemekten vaktin nasıl bu kadar hızlı geçtiğini anlamamıştım.
Birol, büyük bir ihtimalle eve gelmişti. Benim dışarda işimin olduğunu ona söylemiş ve askeriyeden çıkar çıkmaz beni aramasını istemiştim ama aramamıştı. Endişeyle ve korkuyla eve daha hızlı varmak için buraya gelirken kullandığım minibüs yerine arabaya binmiştim. Arabadayken birkaç kez aramıştım ama açmamıştı. Korkuyordum. Acaba yine kriz falan mı geçirdi diye düşünmekten deli olmuştum.
...
Endişe ve korkuyla nihayet eve varabilmiştim. Buraya kadar nasıl gelmiş, nasıl eve kadar ulaşabilmiştim hatırlamıyordum. Kapıyı açmak için cebimden çıkardığım anahtarı kilit yuvasına yerleştirirken ellerim titrediği için düşürmüşütüm. Sabır dilenerek kilidi yerden aldım ve hızla kapıyı açtım. Daha kapının açılmasıyla duyduğum seslerle kaşlarımı çatmış ve olduğum yerde donup kalmıştım. Yine bir inilti ve boğuk bir konuşma sesiydi. Bu Birol’un sesi değildi. Bir kadın kadın sesiydi. Gözlerimi kırpıştırarak kapıyı kapatmadan salona baktım, kimse yoktu. Deli gibi çarpan kalbimle koridorda adımladım ve seslerin daha da arttığını duydum.