Yalnızlık, ıssızlık, tenhalık adına ne derseniz deyin tek bir yönü olan bir şey değildir. Sevilen bir kişi kaybedildiğinde, bir ayrılık söz konusu olduğunda oldukça üzüntü verici ve çaresiz hissettiren bir durumdur. Yaratıcılığı ve sakinleşmeyi kendi başına kalmayı sağlaması nedeniyle de oldukça özgürlük içeren bir haldir. Dolayısıyla ne tümüyle pozitif ne de tümüyle negatif bir durumdur. Kişinin yalnızlığı nasıl yaşadığı, bunu seçip sevmediği ve yalnızlığı kendisi için bir olanağa dönüştürüp dönüştürmediği önemlidir.
Dolayısıyla yalnızlık kavramı, farklı adlarla anılsa da insanlar onu zihinsel kabiliyetleri doğrultusunda anlamlandırır.
Doğuş, bu yalnızlığını ise asla terk edilebeceğini düşünmeyerek geçiriyordu. Çünkü, beraberce Hakkâri'de ki hayatlarının planlarını yapmışlar, taşınma işlerine beraber koşturmuşlar ve en önemlisi ayrılacak kadar hiçbir sorun yaşanmamış olmamalarıdı. Ayrıca bir taraf diğerine hiç haber vermeden bu kararı alıp çekip gidemezdi ki?
Doğuş'un fikrileriydi bunlar. Günlerdir çıkarmadığı üzerindeki pijaması ile yine pencerenin başında Birol'u bekliyordu. Kendini o kadar kötü hissediyordu ki artık ona bir şey oldu mu diye korkmuyor, sadece niye haber vermedi diye düşünüyordu.
Yemeden içmeden de kesilmişti. İçindeki sıkıntı onu bertaraf etmesine yetmişti. Açlıktan sürekli başı dönüyordu ama kendini aç hissetmiyordu. Ölü balık gibi sokağın başına bakıyor, sık sık gözleri doluyordu. Acaba gelir mi diye geceler boyu da uyumamıştı.
İnsan her şeye fiziksel olarak dayanabiliyordu ama uykusuzluğa asla. Her ne kadar uyumamak için dirense deartık vücudu buna izin vermiyordu. Başını yasladığı koltuğun tahta kısmı ona en güzel, kuş tüyü yastık olurken göz kapaklarının ağırlığına daha fazla dayanamamıştı.
Bu kısa süreli uyku kapının çalmasıyla son bulmuştu. Zilin sesini duymasıyla heyecanlanan Doğuş, hemen yerinden kalkmıştı. Ama uzun süre yemek yediği için başı feci bir şekilde dönmüş ve güçlükle tutunarak durmuştu. Gözlerini kapatarak bir süre dengesini sağladıktan sonra hemen mutlulukla kapıya yönelmişti.
Birol geldi diye heycanla ve umutla kapıyı açmıştı ama karşısında gördüğü kişiyle anında yüzü düşmüştü. Gelen, yurt dışında doktora yapan, yurttan bir arkadaşıydı.
" Been geldiim. " diye sevinçle kollarını açan Aşkın, arkadaşının kendisini görmesiyle yüzünün düştüğünü anlamıştı. Birini beklediğini tahmin etmişti.
Kollarını indiren Aşkın, " Sevinmedin mi geldiğime? " diye sordu.
Doğuş bir süre dolan dolan gözlerle arkadaşına bakmış ve hiçbir şey demeden ona sarılmıştı. Sarılmasıyla artık daha fazla dayanamamış ve sesiz bir şekilde ağlamaya başlamıştı. Bu Birol'un gidişinden sonra ortaya çıkan bir birikmişlikti. Sadece bir bedene sarılmakla, insan içinde biriktirdiği duyguları açığa çıkabilir miydi? Çıkıyordu.
Ağlayan arkadaşına sımsıkı sarılan Aşkın, arkadaşının durumunu hemen anlamıştı. Onu derinden yaralayan bir sorun vardı ama neydi? Arkadaşının çok duygusal olduğunu ve aynı zamanda duygularını çok iyi kontrol edebilen birisi olduğunu biliyordu ama ilk defa onu bu kadar pes etmiş bir şekilde görüyordu. Meğer onun birilerine sarılmaya, yanında birilerinin olması gerektiğine ne kadar da ihtiyacı vardı.
...
Aşkın'a her şeyi anlatan Doğuş, ilk kez biriyle Birol'a ilişkisini başka birine anlatmış ve paylaşmıştı. Elbette günlerdir ondan haber almadığını da söylemişti. Aşkın'a çok güveniyordu ve bu tür ilişkilere olan tutumunu bildiği için her şeyi tüm çıplaklığıyla göz yaşları içinde anlatmıştı.