Günün ağarmasıyla büyük bir gürültü ve çığlıklar eşliğinde dehşetle sıçramıştım. Dışardan gelen sesler o kadar çoktu ve o kadar yüksekti ki kim ne diyor, kim ne söylüyor anlaşılmışyordu. Bu rahatsız sandalye ve masadan kalkar kalkmaz boynuma feci bir ağrı saplanmıştı. Henüz bir kaç saat olmuştu gözlerimi kapayalı, bu gürültü de neyin nesiydi?
Gözümü açtığımda etrafımda kimseyi görememiş olmam bu gürültüyle beraber beni daha da çok tedirgin etmiş ve korkutmuştu. Gece benimle beraber burada dinlenen görevli arkadaşlarım neredeydi?
Oturduğum sandalye ve önümde duran masanın üzerine sadece kollarımı yastık yaparak uyuduğum için her yerim tutulmuştu. Boynumda ki ağrı başımı doğru dürüst bir yere çevirebilmemde bana engel olsa da elimle ağrıyan yerimi tutarak güçlükle çadırın örtüsünü araladım.
Gördüğüm manzara bana ağrıyan boynumun acısını unutturmuş, yavaşça elimin boynumdan düşmesine sebep olmuştu. Oluşan dev toz bulutunun arasından sadece ordan oraya koşan siületler ve çığlık atan insanların sesini duyuyordum.
İkinci kez deprem olmuştu. İlk defa böyle bir şey yaşadığım ve böyle bir manzarayı gözlerimle gördüğüm için anlık bir kal gelmişti. Hiçbir şey düşünmemiş, hareket edememiş, sadece büyüyen gözlerimden bir kaç damla yaş süzülmüştü tozlu yanağıma.
Yıkılma tehlikesi olan ve sadece kaba iskeleti kalan binalar da un ufak olmuş, yerle bitimişti. Zaten o alandan bu güvenli bölgeye gelen yoğun toz ve sis her şeyi daha da ürkütücü yapan şeydi. Buradaki depremzedeler panikle başka başka yerlere kaçışırken birisinin koluma çarpmasıyla kendime gelmiştim. Koştururken bana çarpmış ve anında durmuştu. Konuşmayan ve sadece gözünde ki yaşla boş koş ona baktığımı görünce, " Durma burda. Kaç. " diye konuşup tekrardan koşmaya başlamıştı.
Ne acıydı... Normalde bir insanın bir insana sokakta yürürken çarpması durumunda özür diler, en olmadı burukça gülümseyerek kendini ifade ederdi. Bu adam ölmemem için beni uyarıyor ve ' Kaç ' diyordu. Bu da özür dilemenin farklı bir şekildeydi. Burada birbirine çarpan insan çoktu ama özür dileyen kimse yoktu. Çünkü burada ölümün ta kendisi vardı. Herkes kendi canının derdine düşmüş, daha önce malları ve mülkleri için yananlar bunları unutmuştu.
Herkesin koşturduğu ve kaçtığı yerde salak gibi dikilirken beni kendime getiren Birol'un nerede olduğu şüphesiydi. Sertçe yutkunarak dolan gözlerle etrafıma bakınmış ve onu görmemiştim. Bu anı ikinci kez yaşıyordum. Birol'u kaybetme korkusunu...
Daha öncesinde kendi yatağında kriz geçirirken onu bulmuş ve o zamanki hissettiğim tüm duyguların çarpı dördünü şimdi hissediyordum. Elim ayağım boşalıp, buz gibi terler akıtırken, yavaşça toz bulutunun yayıldığı alan olan, yıkıntılara doğru yürümeye başlamıştım.
" Heeey! Delikanlı. " diye duyduğum sesle durmuş ve etrafıma bakınırken, anında kolumdan biri tutmuştu.
Ağzını ve burnunu eliyle kapatmış bir şekilde güçlükle duruyordu karşımda. Yaklaşık dört gündür buradaydım ve bu adamı ilk kez görüyordum. Buradaki koşturan insanları başka bir yere sevk ederek yön veriyordu.
" Doktordun de mi sen? " diye sordu nefes nefese.
Gözümdeki yaşlara rağmen başımı salladım.
" Hastane... Sağlık kabinleri... Doktora ihtiyaç var. " dedi. Aceleci davranıyordu ve konuşması biter bitmez kolumdan çekiştirerek beni başka bir yere yönlendirmeye çalışıyordu.
" Ben psikiyatristim. " dedim ne yapacağımı bilmeyerek. Çok çaresizdim. Tıp okumuştum ama biyolojik ve fiziksel olarak bir insanın hayatını kurtarmıştım. Genel olarak sağlık biglisini biliyordum ama stajyer bir doktorun bile bildiğini bilip, yaptıklarını yapmazdım ki... Çok farklıydı.
" Sonuçta doktorsun. Psikolog ya da veteriner olsan fark etmez. Lüksümüz yok. " diye konuştu.
Çaresizce yoğun toz bulutunun olduğu yıkıntılara baktım. Bir tarafta nerede olduğundan emin olmadığım Birol, bir tarafta ise benden yardım bekleyen hayatlar vardı. Ne yapacağımı bilmez bir halde çaresizce gözümden akan yaşlarla beraber adamın peşine düşmüştüm.
Hızlı hızlı yürürken ve o enkazlardan uzaklaşırken kalbim deli gibi çarpıyor, her attığım adım da içime büyük bir sıkıntı cereyan ediyordu. " Allah'ım orada olmasın. Lütfen orda olmuş olmasın. " diye kendi kendime söylenerek dua ettim. Sanki yürüdükçe ondan uzaklaşıyor gibiydim. Elimin tersiyle gözümdeki yaşları silsem de diğerlerinin yerini alması çok uzun sürmüyordu.
...
Depremin artçıları halen daha devam etse de bu sefer durum içler acısıydı. İnsanlar büyük bir yıkım yaşayıp daha bunu atlatamamışken, yaraları daha doğru düzgün sarılamamışken ikinci kez aynı felaketi yaşamışlardı. Bu seferki deprem, başta depremzedeler olmak üzere, gönüllü çalışanların, görevlilerin, herkesin umutlarını yıkmıştı. Bu dünyanın sonu olacak olan kıyametin provası gibiydi.
Kaç kişiyi kurtarmıştım bilmiyordum ama on iki kişi ellerimde can vermişti. İlk defa olsa da, ard arda hastalarımı kaybetmiştim. Bu çok farklı bir duyguydu. Psikiyatristlik ve doktorluk... İkisi çok çok ayrıydı. Psikolojik olarak bu ölümlere katlanmak ve elinden geleni yaptığına rağmen kurutaramamak her doktorun harcı değildi. En azından benim...
Bu köy okulu bir kaç saat içerisinde mini bir hastaneye çevrilmişti. Gerekli malzemeler ve tıbbi cihazlar yoktu ve bunlar şuan bizler için lükstü. Öğrencilerin kitap okuduğu ve ders çalıştığı sıralar da, koridor da, bahçede büyük bir yaşam savaşı vardı. Sadece psikiyatrist ya da pedegoglar değil, veterinelerler ve en ufak sağlık bilgisi olan vatandaşlar bile doktorluk yapıyordu.
" Sağlık bakanlığından arıyorlar. Doktor var mı? " diye sordu bir veteriner.
Hemen koşarak telefonu almıştım.
" Psikiyatrist Doğuş ben. Kiminle görüşüyorum? " diye sordum.
" Sağlık bakanlığından arıyorum. İsmim Ece. Yakınlarda ki şehirlerde bulanan hastanelere sevk işlemleri için bilgi lazım doktor. Tahmini olarak bir sayı söyleyebilir misiniz? " diye sordu.
" Çok fazla. Buradaki hastanelerin dolu olduğunu biliyorum. Biz bi köy okulundayız. " dedim çaresizce.
" Biliyorum. Sakin olun lütfen! Hastanelerle görüşme sağladık. Orası için soruyorum. " dedi.
Etrafıma bakarak " 40 - 50. Belki daha falza. Bilmiyorum. " dedim ağlamaklı çıkan ses tonumla.
Sağlık bakanlığından arayan görevli ile konuşmamızdan sonra yine çaresizce etrafıma bakınmıştım. İçler acınası bir tablo vardı ve kısa bir ara gözüm açık olan televizyona kaymıştı. Her kanal olduğu gibi bu kanal da canlı yayın yaparak buraya bağlanmıştı.
" İnanılmaz. Burada inanılmaz bir şey yaşanıyor...- " diye canlı yayın yapan bir spiker konuşuyordu.
" -... Enkaz altında kalan bir çocuğa ulaşmak için inanılmaz bir şey yaşanıyor. Şuan küçük çocuğun elini tutan bir Türk askerimiz var ve o çocuğa ulaşmak için askerin kolunun kesilmesi söyleniyor. Asker kabul etti ve birazdan bir Türk askerinin kolu kendi isteğiyle kesilecek. Burada gerçekten çok büyük bir şey yaşanıyor. "
Sertçe yutkunmuştum ve olduğum yerde bir kez daha kalakalmıştım. Bu Birol'du. Kendisi enkazın üstündeydi ama kolunun bir kısmı enkaz altında kalmıştı. Ve de başkasının canı için kendi hayatını hiçe sayıyor, vazgeçiyordu...
Finale az kalmışken kitap hakkindaki yorum ve düşüncelerinizi merak ediyorum. Yine elimden geldiğince fazla spoi vermeden cevapmaya çalışacağım.❤️
Bu arada oylarınızı da bekliyorum canlar 🫶