Koltukta oturmuş umutla gözlerim kapıda, kulağım da sesteydi. Birol’u bugün sabahın erken saatlerinde genel kurmaydan aramışlardı. Onunla görüşmek istediklerini söylemişlerdi. Ne için aradıklarını söyelemeselerde bu haber ikimizide havalara uçurmuştu. Büyük bir ihtimalle göreve geri dönüp dönmemesi hakkında konuşacaklardı. Haberi alır almaz içi içine sığmayan Birol’un adeta eli ayağına dolaşmıştı. Göreve geri çağırılacağını adı gibi bilse de onu sakinleştirmiş ve sadece görüşme için de çağırabileceklerini söylemiştim. Bu da bir ihtimaldi. Onun durumuna yakından bakıp öyle karar da verebilirlerdi. Bu yüzünden onu sakin olması konusunda sıkı sıkı tembihlemiş ve ne karar çıkarsa çıksın hep onun yanında olacağımın sözünü vermiştim.
Onunla uzunca konuşmuş ve büyük bir ölçüde rahatlatmıştım. Eğer aksi bir karar çıkarsa ve görevden men edilirse bu onun için yıkım olurdu. Psikoloğu olarak bunun bilinceydim. İşte tam da bu yüzden, sonradan üzülmesin diye konuşmuştum. Amacım onun hevesini kursağında bırakmak gibi görünse de asıl amacım onun üzülmemesi içindi. Umarım beni yanlış anlamamıştır diye umuyordum. Her ne kadar genel kurmaydan çıkar çıkmaz beni aramasını söylesem de yaklaşık iki saat geçmişti ve aramamıştı. Meraktan ölecektim ama beklemekten başka bir çarem yoktu.
İstemsizce oynayan ve titreyen bacağıma bakıp halen daha onun aramasını ya da eve gelmesini beklerken, yavaş yavaş içimi kara bulutlar kaplamaya başlamıştı. Bir görüşme bu kadar uzun sürer miydi?
Sıkıntılı bir nefes verip oturduğum yerden kalktım ve acaba eve geliyormu diye pencerenin yanına adımladım. Açtığım pencereden kafamı uzatarak boylu boyunca görünen sokağa baktım. Ne kendisini ne de arabasını görememiştim. Acaba arasam, sıkıntı çıkar mı diye düşünürken bir anda masanın üzerindeki telefonumun titremesi ve çalmasıyla irkildim. Koşarak telefonu açtım ve heycanla ‘’ Alo. Noldu? ‘’ diye sordum.
‘’ Biraz önce çıktım. Eve geliyorum. ‘’ dedi düz bir şekilde.
Sesi hiçde iyi bir şey olmuş gibi gelmiyordu. Dudaklarımı büzerek, ‘’ Çağırmadılar mı göreve? ‘’ diye sordum.
‘’ Arabaya biniyorum şimdi. Eve gelince konuşalım. ‘’ dedi yine düz bir ifadeyle.
Üzülerek ‘’ Tamam. ‘’ dedim ve telefonu kapattım. Sanırım göreve geri dönme konusunda işler olumsuz gitmişti. Acaba bana şaka mı yapıyor diye düşünmek aklımın ucundan bile geçmiyordu. Çünkü Birol’un asla ama asla şaka ya da sürpriz yapacak bir karakteri yoktu. Tanıdığım Birol ne varsa olduğu gibi söyler ve saklamazdı. Sıkıntılı bir şekilde telefonu bırakarak derin bir nefes aldım ve geldiğinde moralini nasıl düzeltebilirim diye düşünmeye başladım. Bu durum hem onun için hem de benim için çok zordu.
...
Salonda üzüntülü bir şekilde adımlarken kapıdan anahtar sesini duymamla olduğum yerde duraksadım. Birol, kapıyı açtıktan sonra direkt beni karşısında görünce başını hafifçe yere eğmişti. Biliyordum, bi terslik olduğunu biliyordum. Normalde ben evdeyken hep kapıyı çalar ve benim açmamı beklerdi ama bu sefer kapıyı kendi anahtarıyla açmıştı. Hele yüzünden düşen bin parça ve yüzüme bakamayışı her şeyi açıklıyordu.
Kildini kapının kilit yuvasından çıkarıp kapıyı kapatırken ‘’ Hoş geldin. ‘’ dedim.
Bana bir bakış attı ve başını sallayarak, ‘’ Hoşbuldum. ‘’ dedi.
Olduğum yerde ona bakarken yavaş adımlarla salona geçmiş ve kendini tekli koltuğa atmıştı. Başını geriye atıp derin bir nefes alırken gözlerini kapamıştı. Oldukça yorulmuş ve bitkin gözüküyordu.
Çatılan kaşlarımla onu izlerken başını koltuktan kaldırdı ve bana bakarak ‘’ Gel, otur. ‘’ dedi. Yutkunarak sağında ki koltuğa oturdum ve dikkatli bir şekilde ona bakmaya başladım.
Bana yaklaşmak için koltuktan hafifçe öne doğru gelmiş ve dirseklerini dizlerinin üzeride birleştirmişti. Buruk bir gülümsemeyle ‘’ Göreve çağırıldım. ‘’ dedi ve ekledi. ‘’ Ama...’’
Göreve tekrar çağırıldığını duysam da çok sevinememiş ve şaşıramamıştım. Çünkü yüzünde ki sakinlik ve cümlesinden sonra ki kullandığı ‘ ama ‘ kelimesi kötü bir şeylerin olduğunun habercisiydi.
Acaba rütbe falan mı kaybetti diye düşünüp kafamda farklı farklı senaryolar kurarken ‘’ ...Ama farklı bir ilde. Bura da değil. ‘’ dedi.
Çatılan kaşlarımla yutkundum ve başımı hafifçe eğerek, ‘’ Nerde? ‘’ diye sordum.
Başını bana doğru çevirdi ve ciddiyetle ‘’ Hakkari. ‘’ dedi. Demesiyle şaşkınlıkla başımı geri atmış ve kaşlarım havalanarak ağzımdan ‘’ Yapmaa? ‘’ diye bir kelime çıkmıştı.
Anında oturduğu yerden bana doğru dönerek gözlerimin içine baktı ve ‘’ Gelecek misin benimle? ‘’ diye sordu. Gözleri dolmuştu.
Sorduğu soruyla derin bir nefes aldım. ‘ Gelir misin? ‘ diye davet edip rica etmiyordu, sadece onunla gelip gelemeyeceğimi soruyordu. Onunla beraber gitmemi istediğini gözlerinden anlsamda sorduğu soru beni tereddüt ettirmiş, vereceğim kararın ciddiyetini öğretmişti.
Onu çok seviyordum ve onun için her şeyi göze alıp yapardım ama bir tarfta da bunca yıl verdiğim bir emek vardı. O kadar yıl okumuş ve dişimle tırnağımla buralara kadar gelmiştim. Herkes gibi kolay kolay aşmamıştım zorlukları. Her şeyi geride bırakıp onunla bilinmez bir yolculuğa çıkmak beni ürkütüyordu. Çünkü, Hakkari’ye gitmek demek çok özele girerdi. Sonuçta onun çalışanıydım. Oraya gittiğimizde aramızda ki bu çalışan - iş veren ilişkisi tamamen bitecekti. Onun beni sevmediği ve belkide hiç sevemeyecek olması ihtimalini biliyordum. Bir tarafta beni sevmeyen sevenim, bir tarafta da kariyerim vardı. Düşünceler ve duygular biribirine girmişken kalbimden gelen sesi duymakta zorlanıyordum.
Ciddiyetle ‘’ Hayatımı geri de bırakıp senle gelmeli miyim? ‘’ diye sordum. Sadece kendimin verebileceği bu önemli kararı, tamamen onun yani bir psikolojik hastanın insiyatifine bırakmıştım.
‘’ Ben sensizliği hiç bilmiyorum ki. Hayatımın tam da ortasında olan biri bir anda çıkıp giderse orada daha kötü olurum. ‘’ dedi ve gülümseyerek, ‘’ Gİtmeyeceğim. Gitmeyeceğiz. ‘’ dedi.
Çatılan kaşlarımla ona bakarken derin bir nefes aldı ve ‘’ Askerlik, mesleğim ya da başka bir şey senden önemli değil. Orda ya da başka bir yerde sensiz yapamam artık. ‘’ demesiyle gözümden birkaç damla yaş süzüldü. Benim Hakkari'ye gitme fikrine sıcak bakmadığımı anlamıştı. Bu yüzden beni kaybetmemek için gitmek istemiyordu.
Mesleğine bu kadar aşık ve vatani görevi için yanıp tutuşan adam, bunları itecek kadar beni önemsiyor ve hayatından beni çıkarmak istemiyordu. Belki de aradğım, hepimizin aradığı buydu. Bizi gerçekten seven ve kaybetmek istemeyen birisi...
‘’ Buna gerek yok. Seninle geleceğim. ‘’ dedim yutkunarak.
Anında başını yerden kaldırarak umutla bana baktı ve ‘’ Gerçek mi söylüyorsun? Ciddi misin? ‘’ diye sordu.
Gülümseyerek başımı sallamamla oturduğu yerden kalkmış ve bana sarılmıştı. Çok mutlu olmuştu. ‘’ Söz veriyorum, pişman olmaman için elimden geleni yapacağım. ‘’ dedi başını boynumdayken.
Kolları vücudumu sararken bende ona sarılmıştım. İçimde garip duygu vardı. Doğru mu yapıyordum bilmiyordum. Daha önce yaşadığım şeyleri yaşayabilir ve büyük bir hayal kırıklığına uğrayabilirdim. Hiçbir zaman benim ona baktığım gibi bana bakmayacaktı. Belki ilerleyen zamanlar da sevigilisiyle ya da evleneceği kişiyle beni tanıştıracaktı. İşte o zaman beni kim tedavi edecekti?
Geçiş bölümü olarak sayın canlarım. ❤️
Oy ve yorumlarınızı bekliyor, hepsi için teşekkür ediyorum ❤️