Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız 💕🧚🏻♀️
DEMİR
Begüm’ün gelmesinin üzerinden bir hafta geçmişti. Bu bir hafta içinde onu hiç görememiştim ama aklımdan bir saniye bile çıkmamıştı. Bu yanlıştı… En yakın arkadaşımın kardeşini bu şekilde düşünemezdim. Bu çok, çok yanlıştı… Bir zamanlar bize abi diyordu. Abi… Demir abi… Bu düşünce beni deli gibi öfkelendirdi. Sanki hakkım varmış gibi… Ama o gün abi dememişti bana. Görüşürüz Demir demişti. Direkt olarak ismimle hitap etmişti. Ayrıca o anki yaramaz bakışı ve gülüşü de vardı. Hem kim olduğunu da söylememişti. Onunla flört ettiğim açıkken beni durdurmamış, bana uyum sağlamıştı.
Kafam allak bullak olmuşken sağduyum, ‘Hayır Demir, hayır!’ diyerek araya girdi. Aynı şeyleri tekrar tekrar düşünüp bir anlam çıkarmaya çalışamazsın. O en yakın arkadaşının kardeşi. Ona bir şey olsa emanet edileceği kişi sensin. Bu çok ama çok yanlış! Bitti. Bu kadar.
Stüdyoda fark ettiğim değişim beni olduğumuz ana geri döndürdü. Herkesin çalmayı bırakıp bana baktığını yeni fark ediyordum.
“Sen iyi misin?” diye sordu Kaan, ben de çalmayı bırakınca. Onun gözlerinin etrafında da morluklar oluşmuştu bu bir haftada. Önce hiç beklenmedik anda baba olacağını öğrenen Savaş’ta, sonra geri dönüşümüz konusunda umudunu yitirmeye başlayan Murat’ta, ondan sonra Açelya’yı Kore’ye gönderen Kaan’da oluşmuştu bu uykusuzluk izleri. Ve son olarak ben de onlara katılmıştım.
“İyiyim?” dedim, bunu neden sorduklarını sorgulayarak. “Ne oldu ki?”
Kaan’ın kaşları hafifçe havalandı. “Birden farklı bir şarkı çalmaya başladın.”
Ah, öyle mi yapmıştım gerçekten?
“Kafan burada değil,” dedi Murat. “Kafanı bir şeye feci takmışsın.”
Savaş sırıtarak, “Pişt,” dediğinde ona baktım bu kez. “Âşık mı oldun yoksa?”
“Yok artık!” diye çıkıştım gülerek. “Ne aşkı?” dedim hemen arkasından ciddileşerek. “Kime? Bu kadar kısa sürede?” diye sordum ve son olarak tüy dikerek ekledim: “Ben görmedim.”
Üçü sırıtarak birbirlerine baktılar ve ben kendimi bu kadar saçma bir şekilde açık etmiş olmanın utancıyla gözlerimi kapatmamak için kendimle mücadele etmek zorunda kaldım. Evet birine âşık oldum desem inanmazlardı ama böyle yaparak bu konuda kesin hüküm vermelerini sağlamıştım. Ayrıca neden böyle yapmıştım ki? Âşık falan değildim. Sadece aklımdan çıkaramamıştım günlerdir, o kadar. Soruyu soran Savaş değil de başkası olsaydı kesinlikle böyle bir tepki vermezdim. O sorduğunda birden yakalanmış gibi hissetmiştim.
Kaan güldü. Bir haftadır ilk kez güldüğünü görmüştüm. “Görmediğini ve bu kadar kısa sürede âşık olmadığını iddia ettiğin kişi kim?”
Hassiktir! Savaş kesin anlayacaktı. Anlayacak ve ağzımı burnumu kıracaktı ki buna hakkı vardı. Hiçbir erkek en yakın arkadaşının günlerdir düşündüğü kızın kendi kız kardeşi olmasını istemezdi. Begüm’ün küçüklüğünü bilmesem, zamanında bana abi dememiş olsa anlayışlı davranırdı ama… Siktir Demir ya! Tam yeniden bir araya gelmişken mahvedecektim her şeyi! O gün Begüm abi demediğinde ona kızmıştı. Benden farkı yok Demir’in demişti. Bir zamanlar öyleydi ve yine öyle olması gerekiyordu.
“Ne diyorsunuz ya?” dedim hiçbir şey anlamamış gibi. “Ne aşkı? Aşk düşünecek halde miyiz?”
Bunu söyleyerek morallerini biraz bozsam da böylesi çok daha iyiydi. Savaş zaten hem bizim hem borç içindeki okulunun dertleri ile uğraşıyor, öte yandan İrem’in psikolojisini yüksek tutmaya çalışıp bir de bebeği için gelecek kaygısı taşıyordu. Biraz mola vererek baba olacağı gerçeğini sindirip mutluluğunu yaşayamamıştı bile, bir de bu şekilde sinirlendiremezdim onu.
“Millet, Açelya Hanım geldi.”
Bensu’nun sesi geldiğinde dönüp camın arka tarafında duran Bensu’ya baktık.
“Sizi toplantı odasında bekliyor,” dedi.
Gitarları çıkarıp stüdyodan çıkarken Bensu hâlâ bizi bekliyordu. Kaan’a uzun uzun baktığına göre söyleyecek başka bir şeyi daha vardı.
“Açelya Hanım yalnız değil,” dedi beni haklı çıkararak. “Yanında iki kişi daha var. Yani, aslında üç ama sizi doğrudan ilgilendiren iki kişi. Sizi ilgilendiren ikinci kişinin kim olduğu opsiyonel tabii ama…”
Bensu buranın en eski çalışanıydı ve Kaan ile Açelya’nın arasında olanları –sadece eskiden birlikte oldukları kısmını- biliyordu. Asla tam olarak öğrenemeseler de bizim şirketten aniden ayrılışımız ve Açelya’nın ülke değiştirmesinin arkasında bir şeyler olduğunu elbette biliyordu. Ve tam şu anda kıvrandığına ve üzgün üzgün baktığına göre de bir şeyler oluyordu.
“Açıkça söylesene Bensu,” dedim sözünü keserek.
“Bir tanesi yeni prodüktörünüz Alex Kelley.”
“Ciddi misin?” diye soran Murat’tı. Günler sonra ilk kez yeniden heyecanlandığını görüyordum. “Bildiğimiz ünlü prodüktör Alex Kelley mi?”
“Evet,” dedi Bensu.
Şaşkınlıkla gülerek birbirimize baktık. Açelya’nın o adamı buraya getirmeyi başardığına inanamıyordum. Uzun zaman sonra ikinci kez umut ışıkları yanmıştı içimde. İlkini yakan ise Begüm’dü.
Düşünme Demir, düşünme…
“Evet, Açelya söylemişti,” dedi Kaan hiç üzerinde durmayarak. Sanki çok basit bir şeymiş gibi tepki vermişti. “Diğeri kim?”
Tek seferde hızlıca söyledi. “Jason.”
Şimdi anlamıştım... Bensu’nun kıvranmasını, Kaan’ın son zamanların en ünlü prodüktörünün bizim için burada olmasını hiç umursamamasını... Çünkü o da anlamıştı diğer kişiyi.
Hepimiz Kaan’a baktık aynı anda. Kaan birkaç saniye tepkisizce Bensu’ya baktıktan sonra birden gülümsedi. “Demek barışmışlar. Güzel. Hadi gidelim de bekletmeyelim.”
Kaan stüdyodan çıkarken bu kez bizim üçümüz arasında bir bakışma geçti. Kimse şimdiye dek dile getirmemişti, kendi aramızda bile konuşmamıştık ama o anda onların da benim gibi düşündüğüne emin oldum. Kaan sadece oynuyordu. Açelya için mutlu olduğu konusunda samimi olduğuna adım kadar emindim. O, kendi mutluluğu konusunda oynuyordu.
Toplantı odasına girdiğimizde, “İşte geldiler,” dedi Açelya akıcı bir İngilizce ve kocaman bir gülümseme ile. Yanında Jason, Alex ve tanımadığım bir kız daha vardı. “Beyler, sizi tanıştırmaktan onur duyarım.”
Bizi Alex’e ve Jason’a tek tek tanıtırken Alex’ten çok Jason çekmişti dikkatimizi. Lavuk gerçekten yakışıklıydı. Murat onu canlı görmüştü ama biz onu fotoğraflar dışında ilk kez görüyorduk. Hem korumacı bir içgüdü, hem de merak duyuyorduk.
Kaan hariç hepimizin ilgisinin Jason’ın üzerinde olması kısa bir süreliğine de olsa tuhaf bir an yaşamamıza neden oldu. Neyse ki Kaan bizim adımıza da iletişim kurdu Alex ile.
Tanışma faslının ardından Açelya’nın önerisi ile büyük toplantı masasına geçtik.
“Bu arada siz asistanımla tanışmadınız,” dedi Açelya. “Esas konumuza geçmeden önce hızlıca tanıştırayım. Lavin, Argo grubu Kaan, Savaş, Murat ve Demir; ve o da Lavin.”
“Memnun oldum,” dedi Lavin. Kibar ama mesafeli bir konuşmaydı. Siyah gömleğinin kıvırdığı manşetleri altından zarif dövmelerle kaplı kolları görünüyordu. Güzel ama yaklaşmaya çekinilen kızlardandı. Simsiyah kaküllü saçları vardı. Simsiyah saçlar… Bana birini hatırlattı. Düşünmemem gereken birini… Düşünmemem gereken birinin kuzgun karası ipek saçlarını, güzel gülümsemesini…
Düşünmemem gereken kişiyi düşünmeyi bırakabildiğimde bensiz başlayan sohbete dahil oldum.
“Bu ikisi gerçekten çılgın,” dedi Alex, Açelya ve Jason’ı kast ederek. “Sadece 1 saat içinde beni bambaşka bir ülkede senelerdir müzik yapmamış ve affedersiniz ama kariyeri sıçmış bir grupla çalışmaya ikna ettiler.”
Alex sadece mesleği ile değil, açık sözlülüğü ile de tanınırdı. Onun burada olduğuna hâlâ inanamıyordum.
Dış görünüşünden onun kim olduğunu asla anlayamazdınız. Dışarıdan bakıldığında kırklı yaşlarının ortalarında beyaz yakalı ve biraz sinir bozucu bir Amerikalı sanırdınız. Dökülmeye başlamış saçları, kısa boyunun yüklenmekte zorlandığı göbeği, her daim giydiği kumaş pantolonu ve gömleği de böyle düşünmenize katkı sağlardı. Esasında o son yıllarda çok büyük işler yapmış bir prodüktördü.
Jason gururla Açelya’ya baktı. “Bunu yapan Açelya’ydı. Bir hafta içinde önce Kore’ye, sonra Amerika’ya uçtu ve ikimizi de kulağından tutarak buraya getirmeyi başardı.”
Demek Jason da artık burada olacaktı. İstemsizce Kaan’a baktım. Rolünü çok güzel devam ettiriyor, keyifli bir gülümseme ile sohbete dahil olurken asla açık vermiyordu.
“Açelya kafasına koyduğu her şeyi yapar,” dedi Murat gururla.
“Ve sizin hikâyenizle ilgili anlattıkları beni heyecanlandırmadı dersem yalan söylemiş olurum,” diye ekledi Alex. Tabletini çıkarırken, “Bu iki günde biraz çalışma fırsatı buldum ve bir temel oluşturdum,” diyerek devam etti. Tabletini açıp masaya koydu. “Öncelikle hakkınızdaki haberleri okudum. Dostum, sizden nefret eden büyük adamlar var. Sıradan haterlardan bahsetmiyorum, perde arkasındaki sağlam adamlardan bahsediyorum.”
“Eski patronumuz,” dedim arkama yaslanarak. “Geri dönmeye cesaret edemememiz için elinden geleni yapıyor.”
“Evet, hepsinden haberdarım. Açıkçası batmış bir gemiyi kurtarmaya çalışarak kariyerimi riske atıyorum. Başarısız olmanız için her şeyi yapacak bu adamlar yüzünden her şey iki kat zor olacak ve risk de doğal olarak iki katına çıkacak.” Esprili bir ifade takındı. “Burada ne bok yediğimi bilmiyorum. Tüm kariyerimi riske atıyorum.”
Açelya arkasına rahatça yaslandığı sandalyesini ona doğru çevirdi. Kendinden emin ve güçlü bir ifade ile yanıtladı. “Çünkü kazanacağın şey kaybedeceğinden daha büyük. Başarısızlık Argo’ya yazar, zaten bitmiş durumdaydı derler; ama başarılı olma durumunda skor sana yazılır. Hadi ama Alex, hayır işi için burada değilsin, bunu hepimiz biliyoruz.”
Alex kocaman bir kahkaha attı. “Kızım, tırnaklarını bu an için mi gizlemiştin?”
“Tırnak mı?” dedi Açelya muzip bir tavırla. Sandalyesinde hafifçe sağa sola sallanıp ona kafa tutuyormuş gibi başını kaldırdı. “Sahip olduğum şeye pençe deniyor.”
Herkes gülüp buna hak verirken Alex teslim olur gibi ellerini kaldırdı. Açelya’ya duyduğum gurur ile doldu içim. Alex başarılıydı ama gördüğüm kadarıyla kendini satmayı da biliyordu. Yaptığınız şeyi karşı tarafa bir iyilikmiş gibi sunmak bir çeşit manipülasyon tekniğiydi ve Açelya bunu yapmasına izin vermemişti. Bizi koruyacağına dair verdiği sözü sonuna kadar tutuyordu.
Alex yeniden bize döndü. “Konumuza dönecek olursak… İşin bir de halkla ilişkiler kısmını araştırdım.” Umutsuz vakaymışız gibi yüzünü buruşturarak başını iki yana salladı. “Berbat durumdayız.” Bir yere parmak basmak istiyor gibi işaret parmağını kaldırdı. “Ama!” Tabletinden bir şey açtı. “Bu linç hareketini konsept olarak kullanıp kendi lehimize çevirebiliriz.”
Masadaki tabletinden yapay zeka ile oluşturulmuş görseller akmaya başladı. “Çok fazla vaktim olmadığı için çok iyi hazırlanamadım ama ilerleyen zamanda uzun bir toplantı ile her şeyi detaylandırırız. Bugünlük temeldeki fikri anlatmak istiyorum size. Bu fikir; bir isyan.”
Tabletten yapay zeka ile hazırlanmış, isyan çıkarmış insanların olduğu görüntüler geçti. Yüzlerini kapatmış, ellerini yumruk yaparak kaldırmış, her şeyi yakıp yıkmış, kendi bayraklarını taşıyan insanlar vardı.
“Konseptimiz herkese orta parmak göstermek olacak,” diye devam etti. “Eski Argo’dan çok daha sert bir şekilde geri döneceğiz. Hakkınızda en çok yazılanları derledim. Ucube ön plana çıkanlardan biri mesela.”
Hakkımızda yazılan hakaretleri yüzümüze karşı bu kadar kolay söyleyebilmesi biraz sinirimi bozsa da üzerinde durmamaya çalıştım. Sonuçta o Alex Kalley’di ve bizim için buradaydı.
“Ucube olduğunuzu mu düşünüyorlar? O halde bu bir ucube sirki olacak. Ucubelerin yükselişi, isyanı ve darbesi! Ucubelerin devrimi! Tüm konsepti bunun üzerine kurabiliriz. Albüm, klipler, konserler, ürünler…”
Devamını getirmesini isteyerek Açelya’ya döndüğünde devamını o getirdi. Belli ki onlar bunu daha önce konuşmuşlardı. “Bunu büyük bir dalga haline getirip her yerde yankı bulmasını sağlayabiliriz. Bayraklar tasarlarız mesela. Albümün gelişini bir gece şehrin her yerine çizdireceğimiz graffitilerle ve yazılarla duyururuz. Hem merak unsuru oluştururuz hem de konsepte uygun bir reklam olur. Belki bunun sonucunda bu isyanı bir sosyal sorumluluk projesine dönüştürürüz.”
Konserimizde dalgalanan bayrakları düşündüğümde oldukça hoşuma gitmişti ama önemli olan hiçbir zaman konsept olmamıştı. Bizim için önemli olan Argo’nun ruhu ve anlatacağı hikâyelerdi. Bunların omurgasını oluşturan kişi olan Kaan’a baktım. Esas önemli olan onun ne düşündüğüydü.
Ciddi bir ifade ile Açelya ve Alex’in anlattıklarını dinliyordu. Ne düşündüğünü anlayamıyordum ama ara ara kafasını sallamasına bakılacak olursa bu konuya bir itirazı yoktu.
Bu durumun onun için zor olduğunun farkındaydım. Argo’nun ruhunu başkasının ellerine teslim ediyordu. Eğer o burada olmasaydı pek sorun edeceğini sanmıyordum ama buradaydı, o şarkıları o söyleyecekti.
Belki de ben kuruntu yapıyordum. Belki biraz destek almak ona iyi gelecek, üzerindeki yükü hafifletecekti. Bir ara onunla baş başa konuşmayı yazdım kafama. Geri dönmeyi hayattaki her şeyden çok isteyen Murat’ın ya da bir an önce şarkılardan para kazanmak isteyen Savaş’ın yanında tam olarak dürüst olmazdı. Onun ne hissettiğini asla anlayamıyordum ama anlamak istiyordum.
Toplantı sonunda Jason ve Alex otellerine, Açelya odasına, diğerleri stüdyoya döndü. Grup arkadaşlarımı takip etmekten vazgeçip Açelya’nın odasına giden koridora döndüm.
Odasına girdiğimde, “Hoş geldin,” diye karşıladı Açelya. Asistanı Lavin de odadaydı.
“Esas sen hoş geldin,” dedim sarılarak.
Keyifle kıkırdadı. “Hoş geldim ama değil mi? Ne diyorsun Alex işine? Beğendin mi fikirlerini?”
O kendi koltuğuna otururken ben de masasının önündeki tekli koltuğa oturdum. “Aslında Argo’nun gitaristi olarak değil, arkadaşın Demir olarak geldim. Biraz konuşmak istedim.”
Lavin, Açelya henüz bir şey söylemeden kapıya doğru hareketlendi. “Ben sizi yalnız bırakayım. Bir şey içer misiniz?”
İkimiz de bir şey istemediğimizde masanın üzerindeki soğumuş yarım kahveyi aldı, kapıyı açtı ve tam çıkarken koşarak gelmekte olan Murat ile sert bir şekilde çarpıştı. Kahve üzerine döküldü, bardak Lavin ile birlikte yere düşüp kırıldı.
Açelya ile koltuklarımızdan fırlayıp yardıma gittik. Murat peş peşe özürler sıralarken Lavin’i tutup yerden kalkmasına yardımcı oldum.
“İyi misin?” diye sordu Açelya korkuyla.
Lavin, siyah takımına dökülmüş kahveye baktı. “Ben iyiyim ama kıyafetlerim pek iyi değil.”
Peçete alıp temizlemeye çalıştı ama siyah olsa bile yıkanmadığı sürece izi kalırdı.
“Tekrar özür dilerim,” dedi Murat mahcup bir şekilde.
Murat’a döndüm. “Oğlum görmediğin yere koşarak dalınır mı?”
Kaç yaşına gelmişti ama şu aşırı coşkusunu bir türlü sakinleştirememişti.
“Alex’i görünce esas konuyu unutuvermişim,” dedi hemen savunmaya geçerek. “Bensiz dedikodu yapmayın diye koştum ben de ne yapayım?”
Lavin, Murat’a ters bir şekilde baktı. “Beni bu hale dedikodu peşinde koştuğun için getirdin yani?”
Murat bir an bocalayıp ne diyeceğini bilemedi. Birkaç saniye sonra toparlanıp o da ona ters bir şekilde karşılık verdi. “Önemli bir mesele, sen anlamazsın.”
“Tabii, bu önemli dedikodu şirketin kâr oranını ikiye katlayacaktır kesin.”
Bir kez daha bocaladı Murat. O herkes tarafından sevilmeye alışıktı, bu şekilde terslenmek hiç alışık olmadığı bir şeydi. Tabii sosyal medyadaki linçleri saymıyordum çünkü o başka bir mevzuydu. “Yanlışlıkla yaptığım ve bin kere özür dilediğim bir şey için daha ne kadar azarlanacağım?” Açelya’ya baktı. “Onun iş tanımında bizi azarlamak var mı?”
Lavin’in kaşları daha da çatıldı ve ellerini beline koydu. Birazdan burada büyük bir kavga çıkacakmış gibi hissettim. “Beni patronuma mı şikayet ediyorsun?”
Açelya ile birlikte tenis maçı izler gibi bir ona bir diğerine bakıyor, hiç karışmadan şaşkınca duruyorduk.
Murat, sanki Lavin onu görmüyormuş gibi, dikkatini çekmek ister gibi elini salladı. “Hello? Patronun burada ya kızım, sen iyi misin?”
“Kızım mı?” derken Lavin oldukça öfkelenmiş görünüyordu. Bu kez o Açelya’ya döndü. “Peki ya onun iş tanımında benimle böyle konuşmak var mı Açelya Hanım?”
Bu kez de Murat ellerini beline koydu. “Beni en yakın arkadaşıma mı şikayet ediyorsun?”
Bu bayağı eğlenceli bir hal alırken onları sırıtarak izledim ama Açelya duruma el koydu. “Acaba şunu keser misiniz?”
İkisi de emir almış askerler gibi anında sustu. Vay be, otorite işte böyle konulurdu.
“Lavin, Murat bilerek yapmadı,” dedi Lavin’e bakarak. “Onun heyecanlı olduğu zamanlarda kendini koruman gerekir, bunu herkes bilir. Sen de hepimiz gibi zamanla alışır, hasarsız atlatırsın.” Sonra sıra Murat’a geldi. “Ve sen! Kızı hem korkuttun, hem yere düşürdün, hem de canını yaktın. Bir de üstüne hiç önemi yokmuş gibi ne yapayım yani diye cümle kurdun.”
“Özür de diledim,” diye mırıldandı Murat.
Açelya gözlerini devirdi. “Lavin, evin fazla uzakta değildi, değil mi? Gidip üzerini değiştirebilirsin.”
“Gerek yok Açelya Hanım,” dedi karşılık olarak. “Ben temizlenirim şimdi. Burayı temizlemesi için de birini gönderirim.”
Açelya teşekkür edip onu gönderirken Murat hâlâ ters ters arkasından bakıyordu. “Allah aşkına nereden buldun bu huysuzu?”
“Hiç de huysuz değil,” dedi Açelya koltuğuna geçerken. Ben de yerime döndüm. Murat ise ayakta kalmıştı.
“Hıı, belli,” dedi ters ters.
“Ben sevdim,” diyerek Lavin’e arka çıktım. “Esaslı bir kıza benziyor. Diğer yalakalardan iyidir.”
Murat’ın ters bakışlarının hedefi bu kez ben oldum. “O yalakalar bizimle kavga etmeye cüret edemez ama.”
Ona sırıtarak, “O da bu şirketin bir çalışanı, biz de çalışanıyız,” dediğimde bir şey söylemedi. Aynı bakışlarını sürdürerek karşımdaki koltuğa oturdu. Açıkçası onların kavgalarını izlemek için şimdiden sabırsızlanıyordum.
“Ee,” dedi Açelya ilgimizi çekerek. “Dökülün bakalım.”
“Esas sen dökül,” dedi Murat. “Barıştınız mı?”
Açelya önce Murat’a, sonra bana baktı. “Bunun için mi geldiniz yani?” dedi gülerek. İkimiz aynı anda kafamızı salladık. Şaşkınlıkla daha çok güldü. “Size Alex Kelley’i getirdim ama siz bunun için mi buradasınız?”
“Bırak şimdi Alex’i,” dedim sabırsızca. “Ne konuşacağız ki onunla ilgili. Geldi, birlikte çalışacağız işte. Sen Jason’dan bahset. Barıştınız mı? Burada mı çalışacak artık?”
Bize inanamıyormuş gibi gülerek başını iki yana salladı. “Hayır, burada çalışmayacak ve hayır barışmadık.”
Bunu duyduğumuzda ikimiz de rahatladık ama belli etmemek için epey çabaladık.
“Birlikte döndüğünüzü görünce öyle sandık,” dedim.
Koltuğunda arkasına yaslandı. Ayrılık yaşamış birine göre oldukça iyi görünüyordu. Ayrıca sözde birbirlerine âşık olan bir çift için de fazla medeni duruyorlardı.
“Arkadaş kalmaya karar verdik,” dedi düşündüklerimi haklı çıkaracak bir sakinlikle.
Bir süre daha sohbet edip stüdyoya gitmek için odadan çıktığımızda bir süre sessizce yürüdük Murat’la. Lavin karşımızdan önü tamamen ıslanmış bir gömlekle gelirken Murat’la birbirlerine ters ters baktılar ama Lavin yanımızdan geçer geçmez Murat’ın keyfi ışık hızıyla geri geldi. İkimiz de tek kelime konuşmadan sadece sırıtıyorduk.
Yeterince uzaklaştığımızda Murat kendini daha fazla tutamadan, “Sen de benim düşündüğümü mü düşünüyorsun?” diye sorduğunda birbirimize baktık sırıtarak.
“Her şeyin yine eskisi gibi güzel olacağını mı?” diye sordum. Cevap bile beklemeden yanıtladım çünkü ikimiz de aynı şeyi düşündüğümüze emindim. Demek ki Kaan ve Açelya hakkında düşünen tek kişi ben değildim. “Evet, aynı şeyi düşünüyoruz.”
Keyifle yumruklarımızı tokuşturduk.
“İkinci şanslara,” dedi Murat.
“Bir kez daha sıfırdan başlamaya.”
Ağlanacak halimize gülerek, “Bu kaçıncı sıfırdan başlayışımız?” diye sordu.
“Bilmiyorum,” dedim ben de gülerek.
Yürürken kolunu omzuma attı. “Sıfırdan başlamak her zaman kötü değil. Bence içinde tatlı bir heyecan barındırıyor.”
İç çekerek söylediği şeyi düşündüm. Umut. O heyecanın adı işte buydu; umut.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLHAM PERİSİ | KITAP OLUYOR
ChickLitAçelya, Casper lakabının hakkını verecek kadar silik bir kızdı. Ta ki dünyaca ünlü rock grubu Argo'nun solisti ile yolları kesişinceye dek... Narin yapraklarını önemsemeden fırtınaya âşık olan bir çiçeğin hikâyesi... "Köklerim topraktan vazgeçmiş, y...