21.bölüm : "KÜÇÜK GERÇEKLER"

7.8K 543 64
                                    



Ateş emir vermişti. Elimde duran kutunun ipini hızlıca çözerken Ateş'in kaşları çatık bir şekilde kutuya odaklandığını gördüm. İçinden herşey çıkabilirdi. Belki de bu kutuya sadece ben bakmalıydım. Tereddüt etmem hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Ateş öyle yada böyle bu kutu içindekini öğrenecekti.

"Bu kutuyu nerede gördün" diye ansızın tısladım. Nefesim boğazımda düğümlenirken Ateş'in cevabını merak ediyordum. " bir dahakine cama dikkat etmelisin şimdi aç şunu!" Gerildiğini hissedebiliyordum. Kutuyu açınca üstü hafifçe tozlanmış bir defter gördüm. Elime alınca Ateş bakmama izin vermeden elimden çekip aldı. Defterin bir kaç sayfasını karıştırıp " bu ne bir tür günlük olmalı" dedi.
Merakım bine katlanmıştı. "Isim yazmıyor mu?"
"Hayır" diyip günlüğü kenara Attı. Bu kadar kolay kestirip atması tuhafıma gitmişti. " belliki biri yanlış adrese göndermiş başkalarının günlüğü ne işimize yarayacaksa" diyip koltuğa uzandı.
Kenarda duran günlüğü elime alarak ilk sayfasına baktım .
Rutin bir iş gününü anlatıyordu. Bunu yazan bir işçi olduğu kesindi. Bir kaç sayfa daha ilerlemiştimki bir sayfa dikkatimi çekti.

10 Aralık 1993
"Bugün günlerden cuma sevinsem mi üzülsem mi diye düşünmeden edemiyorum. İki oğlum geldi dünyaya. Mutluluğum melek gibi olan Birinde yoğunlaşırken diğeriyle üzüntüm iki katına çıkıyor. Iki çocuğumdan birisi yaşıyor. Diğeri Küvezde.
Allah'ım bana bu acıyı yaşatmasın. Allah'ım! Annesine bu acıyı yaşatmasın! Hava çok soğuk. Peki içimdeki ateşi dindirebilir mi ?
Hayır! Allahım bize bu acıyı yaşatmasın. "

Cümleler el yazısıyla yazılmış olsa da yarım yarım kelimeleri tamamlayabiliyordum. Aklımdaki sorular iki katına çıkarken bazı parçalarda yerine oturuyordu. Sadece bir kaç kanıta daha ihtiyacım vardı. " ben çıkıyorum istediğin bir şey varmı?"
Ateş'in dışarı çıkması iyi olmuştu. Kafamı günlükten ayırmadan Kafamı sallayarak "hayır" dedim. " peki bir iki saate gelirim" diyip salondan çıktı. Bir kaç sayfa daha geçmişti ki

16 Aralık 1993
" bugün acımızın beşinci günü. Yazmakta zorlanıyorum. Geleceğe benden bir Parça kalsın istiyorum. Acılarım birinin eline geçerse çok iyi saklaması önemli çünkü bu defter bir çok gerçeğin , küçük sırların ama büyük felaketler oluşturacak küçük sırların dökülmesinin bir aynası. Oğullarımdan birisi kaçırıldı.
Bunu kim nasıl neden yaptı bilmiyorum Kafayı yemek üzereyim. Korkuyorum. Onun buradan çıkması demek ölmesi anlamına gelir. Bir acıyla boğuşurken diğeriyle bitmek üzereyim."

Sayfaları merakımla birlikte hızla çevirirken gözüm ayrılmış bir sayfaya takıldı. Bu fotoğrafta siması tanıdık kişiler gelsede profilini çıkarmam imkansızdı. Fotoğrafı incelemeye alırken arkasındaki yazı dikkatimi çekti.
Silik yazıyla yazılmış " 1997 hatırası" peki bunlar kimdi ? Bir çocuk anne baba tipik aile fotoğrafı gibi gözükmede Altın'da binlerce şey yazabilirdi.
Fotoğrafı tekrar günlüğün arasına sıkıştırarak günlüğün en son sayfasına baktım. Sonrasında diğer sayfaları okuyacaktım ama bu kişinin en son yazdığı tarih önemliydi.

22 Ağustos 2001

"Bir aydır tereddütsüz korkumun yerini titremeler aldı. Hissettiğim korku endişeyle birlikte pekişirken güvenliğimin garantisi de azalmaya başladı.
Gece takipleri gizli izlemezler onlar buradalar ve beni almadan gitmeyecekler. Tehlikedeyim ailem için korkuyorum. Oğlum için Karım için onları korumaya gücüm kalmadı. Gitmeliyim yada kalıp onlara teslim olmalıyım "

Bu Yazıyı takip eden boş sayfalar...

Her kimse bu Yazıyı yazdıktan sonra başına bişey gelmiş Olmalı. Bir insan neden korkar ki. Bu Adam'ı takip edenler kim?
En önemlisi bu adam kim? Defteri kenara koyup saçlarımı omuzlarıma doğru saldım. Kutunun içindeki küçük kağıt dikkatimi çekti .
Büyük harflerle " "Çisem birşeyleri Öğrenmenin vakti geldi. " yazıyordu. Beynim bana kırmızı alarmlarını yakarak küfürler saydırmaya başladı. Unutmuştum cenaze günü güya adamın yanına gidecektim. Ateş gelmeden gidip dönebilirdim.
Hızlıca kenarda duran günlüğü mutfak gözüne sakladım.
Şimdilik güvende Olsada her an biri görebilirdi. Kapıdan çıkarken cebimde taşıdığım kartı çıkardım.
Cebimde beş kuruşum yoktu zaten Yolu'da bildiğim söylenemezdi. " Alo" geçenki sekreterin yerini bir erkek sesi alırken anlık şoku üzerimden atarak " Serdar Bey'le görüşebilirmiyim" dedim.
Bir elimi ağaca yaslayarak kabuğuyla oynamaya başladım. Şuanda dönüm noktasındayım. Alacağım kararlar geleceğime ışık tutabilecekmi bilmiyorum. Bir kaç dakikalık sessizliği "evet " diyen farklı bir kişi bozdu. "Serdar bey siz misiniz" ardındaki sesin kime ait olduğunu bilmeliydim. İleride lazım olabilirdi.
"Benim" diyen rahat sesin yerini ufak gerginlik almıştı. Havanın iyice bulutlanması korku merak duygularımı en üşpst safhaya çıkarıyordu. Midenin içinde havai fişek gibi patlayan ince sesler terlememe bile neden olabiliyordu.
"Serdar bey teklifinizle ilgili görüşmek istiyorum fakat" cümlemi bitirme mi istememiş gibi "tamam nerdesin birini göndertirim" dedi.
Bu saklı bahçeyi söylemelimiydim bilmiyorum. "Gerçekten nerede olduğumu bilmiyor musunuz" sorumun arkasında gizli bir cevap yatıyordu.
Sol elimin baş parmağını ağzıma getirerek ısırmaya başladım. Nefes alış verisini kontrol altında turmalıydım.
"Hayır bilmem mi gerekiyor" bu cümle beynine balyoz darbesi indirirken düşüncelerim karman çorman olmuştu.
O kutuyu gönderen bu değilse kimdi. Kaç kişinin pençesi altındaydım bilmiyorum.
Kara bulutlar beynimi içine çekerken būtün fonksiyonlarımi kaybetmiştim.
"Alo orda mısın alo" düşüncelerim telefondaki adamın sesiyle dağıldı. "Ee şey buradayım" deyip yarım yamalakta olsa adresi verdim. Hava oldukça bulutluydu. Dışarıda olunca daha iyi farkettimki bu ev dışarıdan soğuk gibi gözükse de içi sıcak hava dalgasından ibaretti. Duvarlar geçmişin anilarıni üzerinden silmek istercesine renklere küsmüş, yere dökülen parçaları üzüntünun parçası olmuştu.
Evin etrafında duran çiçeklerin yerini kuru dallar alırken yere dökülen yapraklar buradan kurtulmak istercesine kendini rüzgara teslim etmişti.
Hafif rüzgar çıplak koluma nakşederken saçlarımı gögsume yaptıgı ağırlıktan alıp omuzlarıma saldım. Biraz da olsa köprücük kemiklerime masaj uygularken taşlara değen teker sesiyle irkildim. Bu siyah taksi görünümlü arabaya bir kaç adım attım. Duran arabadan birinin inmesini beklemek saçmalıktı.
Ayaklarıma gazı yükleyerek arka koltuklara oturdum. Şoförle o kadar sakin gidiyorduk ki sanki konuşmuşuzda muhabbetimiz yeni kesilmis gibi bir hali vardı. Etrafta ara ara serpilmiş iki katlı evler bu korkutucu ormana benzer yerde tek olmadığımızın göstergesiydi. Sürekli sallanıp her seferinde kafamı arabanın tavanına vurmak zorunda kaldığım bu rahatsız edici yolculuk son bulunca hafifte olsa rahatlama duymuştum.
Tek parmak hareketiyle kapıyı açıp arabadan indim.
Etrafı göz hapsine tutarken bu gecekonduya benzer ev beni şaşırtmıştı. Beklentim daha farklıydı. Bu harabe gibi duran ev etrafında yere saçılmış şişeler, rüzgarın bir araya topladığı yiyecek paketleriyle çöplüğün ortasında bulunan gecekondu gibi gözüküyordu. Bir kaç camı kırılmış bu evin çatısıda hafif çökmüştü.
Doğru yere geldiğimizde eminmiydik bilmiyorum. "ee" dudaklarımdan dökülen kelime bile olmayan ama hemen hemen her cümlede kullandığım iki harfi çıkardım. Adam o kadar sakindi ki bana cevap vermek yerine önümde yürümeye başladı.
Bu adam konuşma yetisini kaybetmiş olmalıydı.
Kapı gıcırtısıyla kulaklarımı felç eden eve girince rutubet kokusu burun algıları mı kapatmıştı. Yüzümü ekşiterek robot görünümlü şoförü takip ettim. Ev uç odadan oluşuyordu. Eşyasız pis kokan bir evde neden buluşmak istenilsinki.
Sağır taklidi yapan adam boş odanın ortasında durup yere eğildi.
Başta delirmiş görüntüsü verse de yerdeki tahta parçasını kaldırınca ne yaptığını farkedebilmiştim. "Yok artık" diye fısıldayıp adamın elini daldırdıgı boşluğa pür dikkat bakıyordum.

Dâhiyane gibi görünen bu tuhaf gizli geçit her kime aitse birşeyler gizlemek istediği apaçık ortadaydı. Adam kapağı kaldırıp bir kaç parça tahtadan oluşan basamaklara yöneldi.
Diyecek birşey bulamıyordum. Zorda olsa bu gizli yere inebilmiştim. Dar ve karanlık kolidorda yürürken etraftaki bir kaç oda dikkatimi çekmişti. Çelik kapılarla desteklenmiş bu yerlerde ne saklanıyordu ki?"
Labirente benzer birkaç bölümü atlattıktan sonra ışık dolu oda ağzının cereyan edecek kadar açılmasına sebep olmuştu. Aydınlık odanın her detayını incelememe olanak veriyordu. Kenarda bulunan şömine bu ev görünümlü yere ayrı bir hava katıyordu . Süslük olasına rağmen. Duvarı boydan boya kaplayan geniş kitaplık insana okuma vesvesesini veriyordu.
Etrafı bir kaç kulaçta süzerken karşımda adamda gözlerimi frenledim. Şaşkınlık halim onun komiğine gitmiş olacaktı ki hafifçe sırıtıp "hoşgeldin Çisem" dedi. Açıkçası bu sıcak karşılaması beni etkilememişti.
"Hoş bulduk "diyip yüzüme aktörlerdeki gibi sahte bir tebessüm kondurdum. Serdar Bey kahverengi derimsi koltuğu göstererek " buyurun böyle geçin"dedi. Hiç birşey demeden ayaklarımı düşünerek uzattığı koltuğa oturdum. Boyu bel hizamda biten koltuk dıştan göründüğü gibi pek rahat değildi. "Demek teklifi mi kabul ettin"
diyip baştan aşağıya beni birkez süzdü. "Mecburdum" söylediğimi ben bile zor duymuştum.
"Planınız ne" diyerek ortamdaki sessizliği bozdum. Konuya başlamak için iyi bir cümle olsads bu sorunun cevabı belliydi.
"Benim planım küçük odamda" diyip duvara doğru yöneldi. Otuduğum yerden kalkarak olduğum yerde ne yapmaya çalıştığını anlamak istedim. Serdar Bey geyik resmi bulunan tabloyu kaldırıp altında kanca gibi bir şeyi çekti.
Kapı kendiliğinden açılınca teknolojinin ne kadar gerisinde kaldığımında basit bir kanıtıydı.
Serdar Bey kapıdan geçerken "gel " diye emirle rica arasında kelime çıkardı. Kapıya yavaş adımlarla yönelirken kafamı eğerek içeri girdim. Burası ortada bir masa bulunan duvarda yüzden fazla fotoğraf asılmış boğuk bir yerdi. Uç kişinin sığabileceği bu odayı gözlerimle geşvetmeye başladım. Parmaklarımla duvarda asılan fotoğraflara taciz ederken elim bir tanesinde duraksadı. "Ateş" onun fotgraflarınin burada ne işi vardı.
Her adımı takip edilmiş çekilmişti. Yemek yerken ,yürürken, barda eğlenirken ve daha onlarcası. İkinci şoku Seçkin Hanım'ın fotoğraflarıyla yaşarken adama bakarak "Neden" diye sebepsiz bir soru yönelttim.
Bunların bir açıklaması olmalıydı. Serdar Bey ellerini kucağında birlestirip masaya yaslandı. "Zamanı gelince ögreneceksin " diyip kestirip attı.
Bu cümle herkeste alışkanlık haline mi gelmişti. "Bu fotoğraflar ne ? Seçkin Hanımdan ne istiyorsun en önemlisi Ateş'i neden takip ettirdin" bunlar merak ettikleri min sadece bir kaçıydı.
Serdar Bey ellerini iki yana açarak Bak Çisem Seçkin bunları hak ediyor o bir hayatı mahvetti ve bunun bedelini ödeyecek" dedi. Sesi daha gür çıkmıştı.

"Ölerek mi"

"Belki de" diyip sırittı. "Tamam sen Seçkin'i temizlersen sana yardım ederim" diye devam etti. Gerginlik terimle birlikte üzerime yapışmıştı. Odanın sıcaklığı artmış olmalıydı. "Sana neden güveneyim"
"Buna mecbursun"
"O kadar kolay olamaz hem benden katil olmamı istiyorsun"
"Daha önce yapmadıgın bir şey mi?" diyince anlık durgunluk yaşadım. Otel isini biliyordu. Ama bu planı nasıl öğrenmişti. Sadece Ateş ben vardık. "Tam değil yani ben öldürmüş sayılmam" diye tısladım. "Tabi "diyip alaycı bir tavır takındı. "Kanıtsız" diyerek tek kelimede birşey anlamasını umuyordum. "Tabiki bir sure sonra kendin işi halletmek isteyeceksin bu seninde sorunun" ne dediğini anlamamıştım. "Benim sorunum derken" "sen çok soru soruyorsun" diyip kelimelerimi askıda bıraktı. "Peki. O günlük bir şeyleri merak ettirip gelme mi sağladın dimi"
Serdar Bey bana anlamamıs gözlerle bakınca "paketi siz göndermiş olmalısınız" diye irdeledim. "Hayır" bu cevap keskin ve kararlı çıkmıştı.
"Ozaman onu ki gön-" cümlem "ben gönderdim" kelimeleriyle tamamlanırken gözlerim kapıda bize bakan tekerlekli sandalye üzerindeki adama ilişti.

GİRDAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin