11 Ekim Pazar
gözlüğümü bir kez daha düzeltiyorum. kahkül dedikleri gibi, yüzümü daha çok terletiyor ve gözlük eskisinden daha sık aşağı doğru kayıyor. kaymasa da, kas hafızama paranoyam ekleniyor ve gözlüğü tekrar geri itiyorum. son cümleyi yazarken yüz kaslarım benden izinsiz hareket ediyor, şimdi gözlük kısık gözlerime daha da yakın.
22:00
mutlu muyum? hayır, ama içimden drake // hotline bling'i söylüyorum.
sonuna ünlem koyduğum dört cümleyi de siliyorum. bu yazı neşe bildirmemeli.
ah!
ne de güzel gülerdi
ah,
lakin hiç gülmez ki şimdi!
22:03
pekala, bu yazının başı, sonu, ortası, sondan sekizinci paragrafı aklımda defalarca yazıldı. sanırım ilham gelmesi için tuvalete gideceğim.
laptopum epey büyük ve ağır, ama bu beni odamdan dokuz adım uzaklıktaki banyonun altın fayanslı zeminine oturup karşımdaki kapının aynalarından kendimi görmemek için başımı eğerek tekrar yazıya odaklanmaktan alıkoymuyor.
22:05
ah, raif! yakında öğreneceksin iyi haberi. içimdeki sesler sevineceğini, hatta havalara uçacağını söylüyor! annem seni öğrendi... senden bahsetmeden duramıyorum ki! aman aman, seni meraktan öldürüp de bir başıma kalmak istemem şu dünyada. t...
kadın başını kaldırıyor, mektubunu aktardığı kağıttan uzaklaşıp soluna doğru, annesinin bir türk mağazasından aldığı işlemeli mendile öksürüyor. bir. iki. üç. duruyor ve mendili de masanın köşesine bırakıyor. az önce avuç içinin sıktığı yerdeki kan lekesinden habersiz, belki de haberi var da ondan itiyor mendili. kadının uğraşı bu değil, tekrar iç geçiriyor, o'nun sevdiği şekilde "ah, raif!" diyor ve yazısına devam ediyor. mektup bu akşam postaya verilecek.
"ah, raif!" diyişi vardı onun. içini geçirirken diğer dünyalara ve inanma hayallerine, alttakisi hafifçe daha iri olan dudakları belirginleşir, o narin göğsü iner kalkardı. buraya gelecek, geldiğinde bu taş duvarlar, bu banyo dolapları, bu zeytinlikler, bu doludizgin at da görecek, duyacak onun "ah, raif!" diyişini.
22:12
söze bahse nasıl girilir unutturuyor bana bu cümleler. o yüzden olabilecek en açık şekilde, aslında biraz da hoplaya zıplaya anlatacağım.
bir kitap okudum. ah, bir kitap okudum. kitap demeye taş kalbim izin vermez aslında, ama acımasız parmaklarım böyle aktarıyor. ah, bir kitap okudum.
kürk mantolu madonna.
o herkesin "ay kaavem yok yamur da yaamıyo okuyamaaam" diye dalga geçtiği, o mavi, o şeritli, o ince, o hor görülen ve milenyum çağının özenti kuklaları yüzünden onlarca, belki de yüzlerce zihnin mahrum bırakıldığı kitap.
beni, yıllarca ve yıllarca kitap okuma birincisi seçilen, okuduğu kitapları yazmak için kağıt yetmeyip fotokopilere üst üste; üst üste kitap isimlerini bindiren, kendini övmeyi iğrenç şekilde sevdiği halde sıfat sıralamayı burada bırakacak olan beni, şimdiye dek hiçbir kitap etkilememişti.
hiçbiri, azizim!
"azizim!" kadar güzel bir seslenme, sıfat, yüklem, cümlesonu olabilir mi? ve modernleşme adı altında, bu kelimeler ve kuma, suya, havaya, bulutlara yazılıyor ve sildirmek için alelacele yağmur dualarına çıkılıyor.
bu kitap hariç işte. ilk defa bir aşk, bir kadın, bir adam, o anlatış...
ve sen, sabahattin ali. sen artık benim toy kalbime sahipsin.
22:21
gönül isterdi ki en sevdiğim kitabı daha da anlatayım, lakin "en sevdiğim" diye bir ayrım daha önce yapmadığım için parmaklarım bu kadar dönüyor. paragrafla alakası yok ama çaktırmadan söz arasına ekleyeyim, soru sormanız için öne sürdüğüm isteğe hiçbir şekilde hiçbir yanıt gelmedi. evet, biricik hayaletlerim. hiç. şimdi zıplıyoruz.
şiir yazmaya başladım. daha nasıl söylenir azizim? bilemedim ki!
elbet ki yayınlayacağım. ben, reklam yapmadan, insanlara duyurmadan, yapar mıyım hiç? asla. önce queen'e mektuplarımın ulaşması gerek. ne yazdığımı hatırlamadığım, üst üste binmekten bi' garip olan mektuplar. elsa!
bir şey daha anlatmam gerek, sonrasında vaktinizi çalmayı bırakacağım.
22:25
buraya bir 'deyim yerindeyse,' kondurmak isterdim fakat deyim falan yok. düz girmek lazım buna. pata küte.
hayatım yolunda gitmiyor. ah, hadi gözlerinizi devirin ve 'bu kız hep böyleydi..' diyin. ama gitmiyor işte, kız ne yapsın efendim?
hayatımın yolunda gitmemesinin nedenleri listemdeki bir madde de hayatı yolunda gitmeyen arkadaşlarımın yanında olamamak. ne telefonum var, ne de bir şeyim. mektuplarım var benim. aylar sonrası için yazılmış, kendi kendine konuşan, üzülen, ağlayan, sevinen, içini döken, suçlayan, kırılan ve gurur duyan mektuplarım. kafeslerindeler. uçacaklar.
yakında.
neden listesini de sonsuza dek uzattım elbet, her listeyi uzatabileceğimi söylemiştim. liste... bakın başka bir liste daha var. ondan da bahsedeyim.
22:30
edebiyata merak salmak. peyami safa, sabahattin ali, ah o çirkef nazım hikmet, babamın 20 yaşındaki kaşesini, imzasını ve 93-94 civarı tarihleri barındıran, şimdiye göre garip sayfalı, ciltsiz kitaplar. ah, işte arayışın sonu.
distopya. bir kız, olmadı erkek. dünyamızla alakası olmayan uçuk ve diktatör bir düzen. onu yıkmak isteyen kız, ona aşık olan erkek. onu yıkmak isteyen erkek, onun tarafına geçen kız. fiction (kurgu, azizim, gençler böyle sesleniyor!) aşklar, temelsiz inanışlar. bu musunuz yani? bunun için yaşıyorsunuz ha türk evlatları, peyami safa'yla nazım bey'in dostluğunun kırılışı, kopuşu, o derin ve sanatkariyetin hakim olduğu olaylar yerine ellerinden buz atan çocukla lise koridorunun hakimi, katilleri mi okumak istiyorsunuz yani? yazık, mezarlar yarılsa içeriden ilk şairler çıkar.
işte böyle olacak, ben nasıl şimdi babamın tozlu dolabını üzerime devirip 'tüm yönleriyle hitabet' ve 'üç büyük mustarip'i buluyorsam, evlatlarınızın evlatları kötü çocuğa aşık olup peşinden ayrılmayarak kadıniyet gururunu hiçe sayan kadınları, dili, yürüyüşü, beyefendiliği, ailesi, velev ki görünüşü! bunlar sayesinde değil de, illetlere bağımlı olduğu, tecavüz ettiği, kaçırdığı, katil olduğu, orasında burasında yırtık kaçık olduğu için aşık olunan erkekleri bulacaklar.
siz, ecdadıyla en çok gurur duyması gereken vatanın evlatları, gerçekten de bu sahifeleri, bu kitapları mı bırakacaksınız bu dünyaya?
22:41
"ah, raif!" maria puder
"raif diyişi vardı onun!" raif efendi
"gülerdi" b.s.
yazıların tamamı bana aittir, kitaptan alıntı değildir, tahminim doğrultusunca duymak istediklerimin yazıya dökülmüş ve duyurulmak istenmiş halidir. yazarın ya da okuyucunun nefretini kazanırsa şayet, o bana ait utançtır.
sabahattin ali'ye sonsuz saygım ve derin sevgimle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiz
Non-Fictionbir kız vardı. üzgündü. asansördeydi. adımını yavaşça dışarı atıp başını kaldırdığında dışarıda yağmurun hafif hafif serpiştirdiğini gördü ve içinden bir küfür savurdu, çünkü üzerindeki tişört çok inceydi. kız ölmeliydi.