martılar bir kez daha uçuşuyor, deniz bir kez daha çalkalanıyor, sinirli sular betona çarparken özgür kalan damlalar havaya sıçrıyorlar ve kız onlardan birini yakaladığını hayal ederken gözlerini kapatıyor. sahile ıssız denmesine engel olabilecek tek şey kız.. ve de pamuk şeker satan adam. satıcı adam kızı bir süre izliyor, sonra onu ıssız sahili ve boyası dökülmüş bankıyla baş başa bırakmaya karar veriyor. kız... vücuduna kız denebilir, ama onun ruhu bir kadın.
kadın bacak bacak üstüne atarken eteğini düzeltiyor, kalın kumaştan tişörtünün duruşu bozuluyor haliyle. farkında olmadan denizi, köprüyü, karşıdaki sıra sıra binaları izlemek için eğdiği başını kaldırıyor. rüzgar kısa saçlarını uçuştururken şairane bir adam yanında oturmuş, onu izliyor.
adam... gömleğinin düğmeleri aralanmış, oturuşu dimdik olmasına rağmen. kadını izlerken göz kırpıştırıyor, ve normalde hiç susmayan çenesinin ne zaman başlayacağını merak ederek piposunu tekrar ağzına götürüyor. boştaki eli, ona hissettirmeden tişörtünü düzeltiyor.
bugün hayatımın ilk panik atağını geçirdim. birleşik mi yazılıyor?
kadın sonunda konuşmaya karar veriyor, engin denizinden gözlerini alıp başını adama çeviriyor ve dudakları aralanıyor. "maria puder. ismimin maria puder olmasını dilerdim."
adam yanıtlamıyor, sadece piposunu ağzından çekiyor ve kadına bir bakışa atıyor. deniz dikkatini daha çok çekiyora benziyor.
kadın geri-tepki almamaya alışmamış! tüm vücudunu adama çeviriyor, daha neşeli bir sesle konuşuyor. bu haliyle bir film karakterine... mathilda'ya benziyor. "kürk mantolu madonna! muazzam yazmışsın!"
dünyanın en korkunç şeyi miydi? bilmiyorum. benim hayatımın en korkunç şeyiydi.
adam gözlerini kısıyor, kadına dönüyor, piposunu tutan elini dizine yaslıyor. "sana yazmadım." diyor. "seni yazmadım."
birileri benden akciğerlerimi çalmaya çalıştı. birileri yer çekiminin bana etkisini doksan üç kat arttırmak, beni yerden yere vururken vücudumdaki tüm suyu gözlerimden akıtmak istedi.
kadın mathilda'ya olan benzerliğini devam ettiriyor, karışmış kısa saçlarını da alıp önüne dönüyor, bir anda dudakları sarkıyor ve denize, sanki her an atlayıp atlantis'i keşfedebilecekmiş gibi bakıyor.
adam bunun farkında. adam ne yapabilir? adam dürüst.
"hayır anne, anlamıyorsun! onun sadece dikkat dağınıklığı var diye psikoloğa, her türlü desteğe gidebiliyor ama ben; ben yıkılıyorum, ben yok oluyorum, görmüyorsunuz! şimdi bana, "napayım, okulu mu arayayım? diyeceksin. hayır, arama! "e başka ne yapayım?" yapma bir şey, yapma! bir şey yapman için anlatmıyorum. anlatıyorum çünkü anlatacak başka kimse yok!"
adam derinden bir iç çekiyor. kadını kırdığının farkında. onu kırmak istemiyor, onu yıllardır izliyor. kadınsa adamdan yalnızca dört yıldır haberdar. adam onu kırmak istemiyor. çünkü o, kırılası parçası kalmayana dek parçalandı ve çift taraflı bantlar onu bu rüzgarda zor ayakta tutuyor. piposundan bir nefes daha alıyor ve dumanla beraber konuşmaya başlıyor.
"panik atak geçirecek neyin var ki senin? ne sorunun var ki, kendine sorun yaratmak için uğraşıyorsun resmen. bu çabayı insan olmaya harcasan..."
"ben herkesi yazdım kadın. herkesin söyleyemediklerini ben söylemek istedim. korktuklarınızı yaptım, yaptım da ne oldu?"
adam kırklareli'ni hatırlıyor ve duraksıyor; tıpkı kadının, dört yıl önce yaptıklarını hatırladığında yaptığı gibi.
"herkes için yaptım, sen de dahil ol ona. sen yoktun ama ruhun vardı. ve ruhun her daim benimle olacak.
kontrolümü kaybettim. bu hayatta en çok neyi seversiniz? aşk. para. güç. bilgi. kontrol.
kadın affetmeye hazır, adam affedilecek bir şey yapmamış. tekrar eski pozisyonuna, adama doğru dönüyor. "muazzez," diyor. "neden muazzez?"
kadın sorusu bittiği anda duraksıyor, cevap zihninde beliriyor. ama konuşmayı bırakmak istemiyor.
"yusuf? neden öyle bitirdin? bunu sorabilir miyim?"
matematik öğretmenine yetişmeye çalışırken ellerim titremeye başlıyor, deprem oluyor sanıyorum ama bir şey olmadığının da farkındayım. nefes? nefes al. sıralar ve sandalyeler beni öldürmek istiyor; öyle ki düşmemek için kolunu sıraya bastırıp başımı koluma yaslıyorum. kolum eziliyor, eğilen başımdan su damlaları düşüyor. bunlar su değil! bunlar benim! kontrolsüzce akıyorlar, ben ağlamak istemedim, neden durmuyorlar? dişlerimi sıkmak istiyorum, ama akciğerlerimi koparmak istercesine sıkan eller bırakmıyor ki ağzımı kapatayım!
kontrolü kaybediyorum. öleyim de bitsin diyorum. ya ölmeme izin verin, ya da nefes alayım. lütfen beni rahat bırakın. lütfen, gidin artık.
"yusuf'un sonunun da, başı gibi olacağı belliydi. ben... ben onlarca son yazdım. yapamadım, yayınlayamadım... yapamadım."
kadın adama bir çentik daha yaklaşıyor, adamın kolu geri itiliyor. adamın gözlerine bakıyor kadın. adam kolunu kadının omzuna atıyor, kadınsa omzuna cuk oturcak şekilde yaratılmış; yerleşiyor. şimdi arkadan bakıldığında bir tablo, bir sanat eserini andıracak şekilde oturuyorlar. lakin sahil ıssız.
ve kadın sonunda itiraf ediyor.
"benim gibi."
2018
sabahattin ali
istanbul
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiz
Non-Fictionbir kız vardı. üzgündü. asansördeydi. adımını yavaşça dışarı atıp başını kaldırdığında dışarıda yağmurun hafif hafif serpiştirdiğini gördü ve içinden bir küfür savurdu, çünkü üzerindeki tişört çok inceydi. kız ölmeliydi.