4 aralık cuma17:43
vay canına, aralıktayız. birkaç saniye önce epey sinirliydim ama nedense ne zaman buraya öfke kusacak olsam bir şey oluyor ve siliniveriyor.
birazdan linkini koyacağım videoyu izledim. durun, ekleyeyim.
17:46
jesse'nin 'so fuck you anyway' yerine 'so french fries anyway!' diyişini duyuyorum ve istemsizce gülümsüyorum. daha az önce yemek yedim, bu yüzden en sevdiğim yemek olan -başka sevecek yemek yok- patates kızartmasının aklımda belirişi bile karnımı ağrıtıyor. midemin üst kısmındaki bu ağrı 'sende reflü var, bu kadar çok yersen tabii ki karnın ağrır' diyor. umrumda değil, çok yiyorum; kilo alıyorum. bana ne, canım istediğinde veririm. şimdilik 40 beden pantolonlarımla mutluyum, teşekkürler. zaten kilo vermek ayak numaramı küçültüyor. 38 giymek neredeyse hakaret benim için.
17:51
jesse aniden 'don't you tell them!' diye bağırınca kardeşim sırtıma vuruyor. bacağına vuruyorum; sadece elim değiyor aslında, canını acıtacak bir şey yapmıyorum. tekrar sırtıma vuruyor. tepki vermeden tekrar bacağına vuruyorum. ikimiz de halk arasında 'kız kavgası!' olarak adlandırılan şeyi yapıyoruz. gülüyor.
17:52
eve giriyorum. annem kardeşime bana hoş geldin demesini söylüyor, kardeşim bana koşuyor ve bacaklarıma sarılıp hoş geldin, diyor. başımı eğip ona ve yüzünü örten kıvırcık saçlarına bakıyorum ve elimi yumuşacık olduğu dışarıdan bile belli olan saçlarına daldırıyorum. hoş buldum, diyor. tekrar oyuncaklarına koşarken 'hoş geldin abla, hoş buldum, hoş geldin, hoş buldum' diyip duruyor.
zaten annemin bize geçirebildiği tek özellik güzel saçlar.
17:56
annem bana çemkirebilmek için hazırlığını saatler öncesinden yapmış. odama giderken peşimden geliyor ve zaten bildiğim bir şeyi, bugün bütün gün temizlik yaptığını söylüyor. temizlikçi çağırsaydın, diyorum. nefret ediyorum o kadından, diyor. düzgün temizleyemiyormuş.
odama girdiğimde gerçekten de detaylı bir temizlik yapıldığını görebiliyorum. eşyalarımdan hiçbiri yerinde değil. batman heykelim artık bir üst rafta. gözlerim hemen dolabımın önündeki çantaya kayıyor, yönü değişmiş. üzerinde olması gereken devasa hediye paketini arkama döndüğümde görüyorum; gardırobumda, diğer ayakkabı kutularımın yanında. annemin geleceğini bilerek yönümü kapıya çevirirken göz deviriyorum. işteee, diyor kız. başlıyoruz.
daha odama varmadan koridordan sesleniyor 'odandakilerin hesabını ver' diye. ne hesabı, diye düşünüyorum. yine neyim yakalandı? eskiz defterim mi? queen'in tişörtü mü? yazdığı kağıtlar, şiirler mi? belki de şiir defterim yakalanmıştır, diyorum ve rafa bakıyorum. defter önceden olduğu yerde. annem geldiğinde başım havaya dönük; en üst rafa.
'nereye bakıyorsun sen?' diye giriyor sözüne.
18:05
aman, yazılıları da. herkesin yüksek, benim düşük gibi geliyor. 75, 82, 86, 97 şimdiye kadar. bu konuyu neden bu kadar mı abartıyorum?
yüzüncü defa söylediğim gibi okulumda mutlu değilim. evde de mutlu değilim. ıslahevi gibi, ne yapsam yanlış. arkadaşlarım konusunda gelişme var ama yok gibi; o konuyu marta kadar bekleteceğim. 6 aralık dışında diğer günler şu anda umrumda değil. hiçbiri bir şeyi değiştiremeyecek.
okulda bir şey yapamıyorum. tenis oynayamıyorum. bir arkadaşım şarkı söylüyor, diğeri piyano çalıyor, bir diğeri dans ediyor ve içlerinden ikisinin çizim yeteneği muazzam. ben?
çizim yapamıyorum. olmuyor yani, batman görse utanırdı defterimde girdiği şekillerden. kendi son birkaç bölümümü okuyunca iyice sapıttığımı farkettim; yazı yazmada da sandığım kadar iyi değilim. şiir yazmayı da beceremiyorum. şarkı söylemek? her zaman arkadaşlarımın yanında şarkı mırıldanırken, adını hatırlamaya çalıştığımız bir şarkının birkaç satırını söylerken 'sesin o kadar da kötü değil aslında' veya 'senin sesin de güzelmiş' denmesini bekledim. pekala, yıllardır böyle bir şey olmadı.
yani tutunmak istediğim şey derslerimdi. yani onlar iyi olsaydı; bak. şimdi ne yapamıyor olursam olayım iyi bir üniversiteye gideceğim, mutluluğa ulaşacağım, hedefime ulaştığımda önceden ne yapıp ne yapamadığım kimin umrunda ki? diyecektim. ama değiller.
18:12
'ne?' diyorum. 'ne varmış odamda?'
birkaç saniye sessiz kalıyor, tam da bunun iyiye işaret olmadığını düşünecekken 'o valiz ne?!' diye bağırıyor. işte tekrar başlıyoruz, tekrar, tekrar ve tekrar sen-ne-yaptığını-sanıyorsun manifestosunu dinleme vakti.
'onun içinde neler var?' diye soruyor en sonunda. kutu mutu, bir şeyler atıyorum. 'hediye paketlerini gördüm. kaç kitap var?' diyor. 'kaç tane var dedim sana!' cümlesi onu izliyor. söylüyorum.
gözlerindeki sinirle beraber benim duruşumdaki umursamazlık artıyor, ama bu onu 'insanlara bu kadar kitap alınca, bütün paranı savup savurunca seni insan yerine koyacaklarını mı sanıyorsun?' diye bağırmaktan alıkoyamıyor. 'hayır, anne' demek istiyorum. 'onlar beni zaten insan yerine koyuyorlar. ben girdiğim her ortamda, bireyi olduğum her toplumda saygın bir insan oldum zaten. beni insan yerine koymayan sadece siz varsınız.' demiyorum tabii ki, sadece başımı yana yatırıp annemi izlemeye devam ediyorum. 'onların yaptığını sen yapamadın. onlarla beraber olmadığın için seni insan yerine koymuyorlar ve asla koymayacaklar da. sen onların yaşadığı hayatı yaşamıyorsun. parayla onları yanında tutabileceğini mi sandın?'
bana neden camii avlusundan evlat edinilmişim gibi davrandığını anlayamıyorum. beni sen doğurdun. ne kadar alakamız olmasa da senin kanındanım ben. senin kızınım, ve bu da bana verdiğin hayat. üzülüyorsam düzeltmen, sorman, merak etmen; seviniyorsam yanımda olman lazım, baltalaman değil.
kendimi beğenmememi, şişman bulmamı, bir şeyi gerçekten yapabileceğime inanmamamı veya hak etmediğimi düşündüğüm şeyleri sorgulayan insanlar, arkadaşlarım, gerizekalı gerçekten. elinizin köründen dolayı. ondan dolayı böyleyim. ondan dolayı.
'yok,' diyorum. 'ı-ı. makarna yemek ister misin?'
18:22
amaaaaaaaaaaaaaaaan. yazılılarım da iyi değilse ben ne yapabilirim? acaba bu konu hakkında ne istiyorum... ne bileyim birinin de çıkıp 'sandığın kadar kötü değil notların, yani sürüyle yazılı var daha, diğerlerinde daha yüksek yapmak sana bağlı' demesi olabilirdi, 'üf 75 de not mu ben 40 almıştım bee' demesi yerine. ne yapayım ben sizin kırık notlarınızı? ben mi alıverdim sizin yerinize onları? gerçekten, kötü bir olay geçiren herkese hemen "bu da bir şey mi, bak benim başıma ne gelmişti..." diye kendi kötü anısını anlatan insanların soyu tükenmeli artık. amaan.
18:31
bir şiir daha yayınlayacağım. ne yapalım, kötü şiir yayınlamak suç mu?
18:32
telefonum hala gelmedi, rırırım. görüşürüz. pazar günü. ya sonrası?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiz
Não Ficçãobir kız vardı. üzgündü. asansördeydi. adımını yavaşça dışarı atıp başını kaldırdığında dışarıda yağmurun hafif hafif serpiştirdiğini gördü ve içinden bir küfür savurdu, çünkü üzerindeki tişört çok inceydi. kız ölmeliydi.