altı gibi sevmek onikimizde var

98 6 2
                                    

6 ARALIK PAZAR
2015

hayatım mükemmel olmayabilir. arkadaşlarım mükemmel olmayabilir. olaylar, gelişenler, olgular, şiirler, yazılar, kitaplar, gurular, tanrılar, nefes alanlar, saklı olanlar. mükemmel olmayabilir.

ve ben de hiçbir zaman bu günlüğe "hayatım mükemmel!" diye başlayamayacak olabilirim.

[kim bilir? bilemeyiz.]

bugün de mükemmel değildi. insanlar ve hareketleri. fareler ve insanlar.

ama mükemmeliyetten birkaç dakika çalabildik. parça parça, birkaçar dakika. çaldık; ve kimse suçlu aramayacak. artık onlar bizim.

6 ARALIK PAZAR, 2015

ilham arıyorum mutluluğumu, yaptıklarımı, onu, mutluluğunu, olanları anlatabilmek için.

the search continues...

pekala, sekiz dakika oldu. aklıma bir şey gelmiyorsa eğer, ben de günümün başından başlarım. ne de olsa bunu iyi yapabiliyorum.

6 ARALIK, PAZAR, 2K15

aniden gözlerimi açıyorum. kirpiklerim kuru. çok kuru. ellerim direkt ovuşturmak için gözlerime gidiyor. incecik korneamı daha da incelteceğini bile bile gözlerimi ovuşturuyorum. göz damlası çok uzak.

telefonuma uzanıyorum; iki aydır beraber olmamamıza rağmen yine de tanıdık jelatini taşıyor üzerinde. saat tam 7:45. beynim kendini 8'de uyanmaya şartlandırmış, çünkü ablam 8'de gidecek ve gitmeden bana eyeliner çekmesi lazım. yatakta oyalanma, bildirimlere bakma ve yatakta biraz daha oyalanma faslını atlayıp hemen yüzümü yıkamaya gidiyorum.

aynada ıslak yüzümü izliyorum. mor göz altlarımı. lütfen kusmayayım, diyorum defalarca içimden. lütfen kusma, lütfen kusma, lütfen kusma. bugün olmaz.

eyelinerı kapıp ablamın odasına gidiyorum. "müsait misin?"
bekle, diyor. on dakika sonrasındaysa annem "baban montunu giydi bile, çabuk!" diye çemkirdiğinde ablam da üzerimden çekiliyor. "al," diyor. "bitti." teşekkür edip odama gidiyorum; beynim sadece eyeliner için kendini şartlandırmış. tekrar yatağıma uzanıyorum.

mesajlar, annemin biraz daha çemkirmesi, bana bir daha para vermeyeceklerini söylemesi, "siyah pantolon bile seni zayıf gösteremiyor." ve evden çıkıyorum. bir omzumda valiz var, sırtımda armalarını kendim yapıştırdığım supermanli çantam, elimde de devasa bir english home torbası. içinde evrenin en şeker çizmelerini bulunduruyor.

otobüs durağına neredeyse koşuyorum, yaklaşık 10 dakika sonra 21 geliyor. hava çok soğuk ve benim üzerimdekiler yetmiyor; burnumu çekmeye başlıyorum.
eğer bulunduğunuz otobüse valizi ve elinde yaygın bir tekstil markasının poşetiyle bir kız binse ne düşünürdünüz?

"evden mi kaçmış?"
"yurtlu, evine mi gidiyor? vah yazık, üzülmüş belli ki."

ben daha yanımdaki teyzenin ve önümde bana bakar şekilde oturan amcaların bakışlarının manalarını çözememişken; otobüs aşağı iniyor. hayır! yanlış otobüs!

iniyorum. otobüs şoförüne "müsait bir yerde inebilir miyim?" diyerek hem de. başka bir durağa yürüyorum, tekrar gelen başka bir 21'e biniyorum. lanet olası 34 gelmiyor çünkü; benim de bekleyecek vaktim yok. i did my waiting four months in azkaban çünkü.

aylar sonra sevdiğim şarkıları dinlerken ve dokunmatik ekrancığımda mesajlarımı yazarken neredeyse durağı kaçıracak oluyorum; ama neyse ki yakalıyorum. ama asıl yer burası değil. arkadaşımın evine geliyorum; ne giyeceğini seçeceğim. evet, bu yüzden evine gidiyorum.

kıyafet seçiyoruz, gülüyoruz, balon şişiriyorum, hediyesine son rötuşları atıyor, balondaki havayı yutuyorum ve tükürük, garip sesler, galiba öleceğim; hayatta kalıyorum ve evden çıkıyoruz.

patatesli gözleme. çamaşır ipi. minik bir ekmek. ve de powerpuff girls!

sonunda o'nun evindeyiz, kolinin altını bantlayıp hazır hale getiriyorum ve doldurmaya başlıyoruz; bir arkadaşım onu dolduruyor, ben kartonları açıyorum, diğeri balon şişiriyor. evet. sonunda olacak.

başka bir arkadaşı bekliyoruz; ama plansız olduğundan gecikme diye bir şey yok. ama aksilikler var.

kardeşi kapıyı açıp "abla kapının önünde telefon var!" diyor. 1. kata inip benim yanıma gelmesi gerekirken 0'a iniyor ve diğerlerini görüyor. eve geri gidiyor. üç dakikalık şarkı bitiyor. diğer şarkı başlamıyor. fotoğraflar çekilmiyor. evden geri yollanıyor. ve o sırada sabırsız ben güvenlikten evi dört kez aratmış ve paniklemiş halde elimde balonlarla karşısına çıkıyorum.

çıkmamam lazımdı!

ona söverek (umarım ölürsün, dört aydır bunu düşünüyorum ben, öl tamam mı, geber, gelsen nolurdu, git geri, bana ne) siteden çıkıyorum, eğer koşarsam düzelebilir, kolinin yanına geliyorum. o da geliyor. yaşasın.

hediyelerini açması yaklaşık yirmi dakika sürüyor! bitmiyor da. mutluyum, çok mutluyum, ama o sırada biri üzerine oturduğum sandalye kulesinin her bir parçasını tek tek çekiyor gibi hissediyorum. bitti mi şimdi? yani, buradan çıkınca ona hediye alıp eve gidince paketi hakkında endişelenemeyecek miyim? boşluğa düşüyor gibi oluyorum ama onun uçurumun kenarında düşmek pahasına beni tutmak için orada olacağını biliyorum. ve de bir kez olsun beynim direnmiyor, "kendini kandırıyorsun! kimse olmayacak!" demiyor, beni bana bırakıyor.

mutluyuz.

gün bitince okuyor tabii mektuplarımı, fotoğrafları gün bitince görüyor, o kutuları gün bitince açıyor.

beğeniyor. beğeniyor, beğeniyor; beğeniyor. ben de onu beğeniyorum.

ağladığını söylüyor. yazdığım iki kağıt vardı bizim roleplay karakterlerimiz hakkında; tamamen gerçeği yansıtıyorlardı ve it turns out that gerçek hayata da uyabiliyor! bu hem iyi hem kötü bir durumdur.

ağladığını söylüyor. ben de ağustosta duygusal bir şeyler yazmayı beceremediğimde "ben seni ağlatmak değil, güzel gülüşünün arkasındaki neden olmak isterim." demiştim ama yüzden fazla fotoğrafı zarflara ve paketlere yerleştirirken ben de ağladım.

queen'in dediği gibi; güzel oldu ve bitti. çok güzel oldu; ve de bitti.

bir daha kimseye böyle bir hediye yapmayacağım. kimse onun yerini tutamayacak. o'nun da.

insanlar vardır ya, gidecek gözüyle bakmazsınız. üniversite hayalleri kurarken, kiminle evleneceğinizi düşünürken, ileride nasıl gözükeceğiniz hakkında tahminler yaparken, hatta mezuniyetiniz hakkında bir şeyleri umut ederken; o da ordadır. sizin içinizde bir yer edinmiştir, kazık çakmıştır dünyanıza, o gitmeyecektir. en büyük kavganızda dahi sonunda gidişi yoktur. kırgınlık, üzüntü, karanlık barındırsa dahi size neşe verebilir; en güzel gününde siz üzülürseniz sizin elinizden tutabilir.
vardır ya hani insan, gidişi yoktur. neden gitsindir ki? sonu yoktur, nefret yoktur, çünkü karışmıştır artık size.
gitmez.
gitmeyecektir.
bunu ümit etmezsiniz, bunu bilirsiniz.
bilmek ne güzel şeydir,
öğreten de sizseniz, öğrenen de.

6 aralık
pazar
2015
21:53
e.e.
b.z.s.ü.
endless felina

EskizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin