a.z.s.

219 10 2
                                    



/:ɡreɪ/:
ben tamamen griyim. gözlerim, görüşüm, etrafım; tamamen gri. bu yüzden en sevdiğim renk mor ve gri. tıpkı siyah ve beyazın birleşip griyi oluşturması gibi. hiçbir şeyden bir tane seçmek zorunda değilim. seçemiyorum da zaten.

/ˈhɑːməni:/
müziğin içinde yaşamasına izin veriyorsun... vurguların, sözlerin, harmoninin. hayat tarzın haline geliyor. harmonia.



/ˈlaɪ.ər/
otobüse yavaş adımlarla biniyorum ve etrafıma bakınıyorum. dandik şehrimizde dahi otobüste oturacak yer yok. geç kalıp kalmayacağımı hesaplarken müziği ard arda değiştiriyorum; hiçbir şey hoşuma gitmiyor.

gideceğim yol kısa; ama dersime geç kalacağım. dakikaları hesaplıyorum, otobüs yolculuğum altı dakikada bitiyor. inerken insanları boş boş izliyorum. nereye gidiyorlar? neden böyle giyinmişler? gidecekleri yer bu durağa ne kadar yakın?

caddeden sağa dönüyorum ve koşmaya başlıyorum. ilk adımımla ayağımdan çıkan pat sesi sokakta yankılanıyor ve insanlar bana bakıyor. beni izlediklerini biliyorum ve hayatımda bir kez olsun koşmaktan nefret etmek istemiyorum. hiçbir yere dönmeden dümdüz gideceğim. koşuyorum, koşuyorum; kafamda bu cümleleri yazarak.

sonunda duruyorum ve soluklanmadan ceketimin duruşunu değiştiriyorum; geç mi kaldım? akademinin demir kapısını itiyorum ve merdivenleri ikişerli çıkıyorum, nefes almak odaya girdiğimde aklıma geliyor; öksürmeye başlıyorum ve cebimden telefonumu çıkarıp saate bakıyorum. dersime on dakika var. geç kalacağımı düşündünüz mü hakikaten?

soru bu değil. karşınızda iki soru var; geç kalacağım düşüncesini kendime aşılayıp on dakika öncesini hesaplayıp koşacak kadar paranoyak mıyım, yoksa gerçekten hızlı koşabiliyor muyum?


/:iss-TAHN-"bull"/
babamın "eh, bir dahaki istanbul'a gidişimizde sarıyer'de kalırız." diyişiyle ona dönüyorum. daha ne diyeceğimi düşünmeden "oha," diyorum bir anda. "tamam her seferinde avrupa yakasında kalıyoruz da, sarıyer ne baba?" babam omuz silkiyor. "yeşilliklerin arasında bir yer hem, bir de iki katlı birini seçeriz evlerden. akşam kardeşinizin gürültüsüyle uyanmazsınız." iç geçiriyorum. sarıyer'de kalmak bize kaça patlayacak bu adam hiç düşünmüyor mu? "ben beyazıt'tan gayet memnunum." diyorum bir anda. ablam konuşacağa benzemiyor. "oraya alıştık biz, sanki eskiden oturduğumuz bir mahalle gibi." gerçekten de böyle. istanbul'a her gidişimizde beyazıt'a gitmeden, hukuk fakültesini görmeden, otelimizin olduğu ara sokağa girip yolda giderken çakma ayakkabıları izlemeden rahatlayamıyorum. "sarıyer'de gece ikide yemek söyleyebilecek miyiz hem?" ablama dönüyorum. "eğer sarıyer'de kalmak istiyorsan, geceleri sushi falan söylersin artık." arkama yaslanıp babama bakıyorum. "evet," diyor. "gerçekten de özlersiniz orayı. sarıyer'de tıkılı kalırsınız, beyazıt'ta ne güzel dolaşıyordunuz." gözlerimi deviriyorum. babam yüz seksen derece dönmüş konuşmasına devam ediyor ve ben de tuvaletimin geldiğini bahane edip masadan kalkıyorum. beyazıtta kalacağız ve ben yine queen'i göreceğim. konu kapanmıştır.



/ˌskɪt.səˈfriː.ni.ə/
kız beni izliyor. güvenmediğim insanların yanındayım; gülüyorum, gülüyorum, gülüyorum ve elimle ağzımı kapatıyorum. esprilerim havada uçuşuyor. gülüyorum ama, sadece kızın görebildiği bir şey var. sürekli gülmemin sebebi, zırhım havada, zıpkınım hazır. onlara güvenmiyorum. asıl yüzümü, somurtan suratımı, boş bakışlarımı göremezler. beni böyle tanımalılar; mutlu ve komik, ve böyle bilmeliler; onlara güvenmiyorum.



/feɪk:/
kız beni dürtüyor, yemeğimi yemeye devam etmem için. sevdiğim insanlarla beraberim. somurtuyorum, somurtuyorum, somurtuyorum. somurtuyorum ama, sadece kızın farkında olduğu bir şey var. onlarla beraber olmaktan memnunum, mutluyum. sandalyesinde kaykılmış beni izlemeye devam ediyor; ağzıma böldüğüm bir patates kızartmasını götürdüğümde. onların yanında öyle gülemiyorum, duygularım kontrolden çıktı artık. mutluyken, üzgünken, severken, nefret doluyken; ne yapmam gerektiğini anlayamıyorum. ben tezatım. ben griyim.


EskizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin