7 kasım cumartesi
21:08
üzerinden o kadar çok geçti ki mutluluğum azaldı, epey azaldı. bitti yani. bu yüzden başa sarıyoruz.
21:09
birkaç saat önce, (16:04) özel ders alacağımı öğrendim, ve de bu bir ilk. daha önce hiç özel ders almamıştım, 18:10da bir matematik dersim olduğunu öğrendim. deneme dersi.
babam beni alıyor evden, gidiyoruz akademiye. adı muazzam, ama yazmak istemiyorum. oraya akademi diyeceğiz.
21:12
içeri giriyorum ve üst kata mı çıkmam gerekiyor, alt kata mı inmeliyim karar veremiyorum. tercihim üst kat; her zaman üst kata çıkılır çünkü.
kalabalık denecek kadar insanı barındıran bir oda beni karşılıyor, masanın önündeki insanların -yaşıtlarımın yani- arasında dikiliyorum ve "ben... az önce aramıştım." diyorum. kadın ismimi haykırıyor, sanki on altı yıldır kaybettiği çocuğuymuşum gibi. tekerlekli ve büyük sandalyesinden kalkıyor, kollarını açıyor. kadına boş boş bakıyorum ve başımı yana eğiyorum. şimdi ne yapacağız?
kadın beni aydınlatarak "gel de bir sarılayım sana!" diyor. sarılacakmışız... ne bileyim ben? kadına yaklaşıyorum, bana sarılıyor. benden bir şey beklemesin. dersine on dakika var, geç bir dinlen diyor. odanın karşı duvarındaki ikili koltuğa otururken odaya uzun boylu ve yakışıklı bir çocuk giriyor. siyah gür saçlarının iki yanı da kazıtık fakat bir tarafa yatırmış, değişik ve hoş gözüküyor; benim gibi.
oturuyorum, çekinmeden etrafımdaki koşuşturmayı ve insanları izliyorum, önümdeki kırmızı kazaklı kız benimle konuşmak için bir fırsat arıyor gibi. sağımdaki kadından bakışlarımı alıp tekrar ona döndüğümde "merhaba," diyor. ve de cümlenin devamıyla uğraşmadan yanıma oturuyor. kızla okullarımızı ve ne derslerine gireceğimizi konuşurken çocuk da bana merhaba diyor, sesinin de güzel olduğunu fark ediyorum. ((nooot: aşık falan değilim ve olmayacağım da, sadece güzel sesli erkekler; erkeklerdir. tasvirimde bunu kullanmayı seçtim, şimdi de bir açıklama yapma gereği duyuyorum. ve birazdan yazacağım cümlede de hayalkırıklığı falan sezmeyin yani.)) çocuk önümde hafifçe reverans yapıyor selamını verdikten sonra, kız da gülüyor. ben de başımı sallayıp gülerek merhaba diyorum. kız çocuğu tanıtıyor; en yakın abisi olduğunu -kaç tane abin var ki..-mezuna kaldığını söylüyor ve şaka yollu ekliyor bana ilk günlerde canım cicim davranıp sonra kafama kafama vuracağını.
derse giriyorum, güzel geçiyor ve hoca beni gördükten on saniye sonra "ne kadar tatlısın!" diyor. "gözlüklerin harika!" ders bitiyor ve beni tekrar girişe götürüyor, -müdür olduğunu tahmin ettiğim kadın dersin bittiği anda istiyorum seni! demişti, ona gidiyoruz.- girişte sarılan genç kadın da hocaya destek oluyor ve beni göstererek "ya siz hayatınızda böyle tatlı bir şey gördünüz mü?" diyorlar. ben de istemsizce gülüyorum, "ne kadar tatlı gülüyor ya!" sözlerini dinlerken.
biliyorum kulağa iğrenç geliyor, ama gerçeği böyle değildi ve başka nasıl tasvir ederim bilmiyorum. harry potter'ın kız versiyonu olduğunu düşündüler ve sadece tanıdıkları kadarıyla kişiliğimi beğendiler. arkadaş edinme fırsatını kıyısından da olsa yakalayabildiğim için herkese iyi davrandım ve aslında olduğum şeyi göstermeye çalıştım. yani siz daha "aa arkadaş edinirsin orada."" diyemeden ben kızla gidebileceğimiz yerlerin listesini yaptım bile.
"arkadaş edin."
"edineceğim. edindim bile sayılır işte."
"yaani edin ama benden önde olmasın."
gülüyoruz.
işte arkadaş edinebileceğim muaazam bir yer buluşum, bir çeşit yarı-miladım buydu.
21:40
oraya gitmeyeceğim. beni almak istedikleri iki kişilik sınıfa üçüncü olmayacağım. olamayacağım. tenisi bırakışım gibi. o zamandan beri var mısın? hatırlıyor musun? bu kadardı işte.
21:42
ıslanınca esmer defterleri yüzümüzün, bu çamurla, kanla, alınteriyle gizli bir yazgı çakıyor bir an. karanlık feneri ülkemizin. nasıl bir yalnızlık, unutulmuş bir ışık diliyle çırpınırken biz üstümüze geliyor büyük gemisi geleceğin. bir tenis topu, koşan bir çocuk, bir gözyaşı bile değiliz... yalnızca bir ağaç ailesi bir köşede yıllardır bizi gözleyen hep aynı balta; dalgınlık. düşünüyorum nasıl budandık bahara ulaşmak için, şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin. unutmamak için; çünkü unutuluşun kolay ülkesindeyiz. ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım. durmadan düşünüyorum;
ne kadar çok öldük yaşamak için.
onat kutlar
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiz
Non-Fictionbir kız vardı. üzgündü. asansördeydi. adımını yavaşça dışarı atıp başını kaldırdığında dışarıda yağmurun hafif hafif serpiştirdiğini gördü ve içinden bir küfür savurdu, çünkü üzerindeki tişört çok inceydi. kız ölmeliydi.