5 ocak salı
17:08ona saatlerce bakabilirim. bana baktığında odaklanan gözlerine, aralara sıkışmış yorgunluğuna, gözlerini kırpıştırdığında sezebildiğiniz bitkinliğine, şiir gibi narin parmaklarına, incecik kollarına, bacaklarına, bayıldığım uzun tişörtlerine, ceketlerine, hoşuma gitmeyen ayakkabılarına, o çene çizgisine, ah, o çene çizgisine; ona, ona saatlerce bakabilirim.
onu saatlerce izleyebilirim. telefonuyla uğraşırken parmaklarının oynayışını, fotoğraf çekerken garip bir şekilde bükülen o parmaklarını, adını söylediğimde bana doğru hemen dönen gözlerini, yürüyüşünü, hafifçe sallanışını, herkes kendi işiyle meşgulken, üzgünken, mutluyken; her daim bir şarkı mırıldanışını, karşımda oturup elindeki menüden bir şeyler seçmeye çalışışını, manasız bir şekilde topitop almak istediğimde bana attığı o bakışı; saatlerce izleyebilirim.
onu saatlerce dinleyebilirim. "bir şey söyleyeceğim." dediğimde yaptığı işi bırakıp, söylediği şarkıyı yarıda kesip o endişeli tonda "ne oldu?" diyişini ve daima arkada fon müziği olan klavye tıkırtılarının duruşunu, yaşadığım şehirde starbucks olmadığını öğrendiğinde sesinde duyulan o hayreti, tek bir sandviç alıp beraber yiyeceğimizi söyleyişini, nefret ettiklerimize giydirirken yazdığımız senaryoları, canı sıkıldığında bir yerleri tıkırdatan parmaklarını, sınıfa ingilizce dersini anlattığını söylerkenki mutluluğunu, telefonda bir an bile sessizlik olmasına izin vermeyip hasta olduğunda, gırtlağı istifa etmek üzereyken bile şarkı söyleyişlerini, benimle alakalı bir şeyi öğrenebilmek için evimin adresini fransızca ezberleyip attığı ses kaydını, sırf ben kendine aldığında beğenmedim, beğenmek zorunda kalayım diye bana hediye ettiği tişörtünün açıklamasını yapışını; onu saatlerce dinleyebilirim.
onu o kadar çok seviyorum ki artık kalbim acıyor. ama asla fazla gelmiyor.
onun hakkında saatlerce de yazabilirim. ama o saatlerce yazılacak bir insan değil, bir saatlik yazıya bir ömürlük güzelliğinin sığdırılmasını hak eden bir insan.
bu senin için, queen. senin için.
eğer ki bir gün sana kötü geldiğimi düşünürsen, seni en ufak şekilde üzersem; beni bırak ve git. tereddüte düşmeni istemiyorum. sen her şeyin, her sözün, her notanın, her arkadaşlığın, her ilişkinin; sen hayatın en iyisini hak ediyorsun. çok fazla şey yaptın. biliyorum ki yoruldun. biliyorum ki sevgi ve aynı zamanda nefret dolusun, hayatta mutlu olunacak şeylerin yanında çok fazla üzgün olunacak şey var ve biz sürekli mutlu olunacak minik şeyleri aramak zorunda olmamalıyız.
eğer ki sana zarar verirsem... çek git. bir şey söylemek zorunda değilsin. ben anlarım. her zaman anlayacağım. ümit benim için 2028'e kadar yok olmayacak.
seni çok seviyorum. seni her şeyden, sevdiğimi bildiğin ne varsa 'emin' ol ki daha çok seviyorum. seni güldüğünde ard ard üç yay oluşan dudaklarının kenarlarından tut da, yaraizimi fark edişine kadar seviyorum.
kağıtların da, tişörtlerin de, hala sen kokuyor. kapalı kutuda dursalar da, defalarca yıkansalar da.
bu bir veda değil. ama bu olmalıydı. bilmeliydin. bilmelisin. bu kadar büyük bir sonda, bu kilometre taşının son santiminde, nasıl olur da sen olmazdın ki?
we belong to nobody, nobody belongs to us. everybody can be replaceable. ama bir queen daha asla olmayacak.
nasıl olabilir ki?
seni yıllara yetecek kadar çok sevdim.
gözyaşlarım yastığımı ağartacak kadar. bana veda etmenin vereceği acıya dayanamayacak kadar. burası senin." 'aslında düşündüm de, burası benim mekanım be, istediğim kadar uzatırım size ne a aa?' burası çok güzeldi! buraya çok güldüm."
burası senindi de. senin içindi. seninleydi. senin sayendeydi. senden ilham aldı. sana ilhamını verdi.
sarılmışız. sırt çantana tutunmuşum. sana tutunan sapına.
eğer ki gidersen,
sırt çantan kalsın.şiir gibi bir adam için, şiir gibi satırlar.
long. live. the. queen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiz
Non-Fictionbir kız vardı. üzgündü. asansördeydi. adımını yavaşça dışarı atıp başını kaldırdığında dışarıda yağmurun hafif hafif serpiştirdiğini gördü ve içinden bir küfür savurdu, çünkü üzerindeki tişört çok inceydi. kız ölmeliydi.