9. Bölüm

889 48 0
                                    

''bülbül gülden geçti, güneş günden geçti gönül senden geçmiyor.''

Buğra uzun bir süre sustu. Hiç konuşmadı. Ben de nasıl davranacağımı bilemedim. Ne diyebilirdim ki daha fazla?

- haklısın

-he?

-haklısın söylediklerinde... Ben tam tersini yapıyorum. Senelerdir kendime ve etrafımdakilere acı çektiriyorum. İnsanlar benden nefret ediyor... 2 senedir ne ben kendimi tanıyorum ne de arkadaşlarım. Eskiden her şey çok güzeldi. Sanki rüya sona erdi ve ben uyandım...

-Bazen ruyadan uyanmak gerekir gerçekten yaşamak için... anlatmak istersen dinlerim, dostun olarak.

Bir iç çekti. Sonra uzaklara bakarak başladı anlatmaya...

-çok sevdiğim bir kız vardı, Nisan... çocukluk aşkım. Çok seviyorduk birbirimizi. Ailemle tanıştırdım. Onlarda çok sevmişti. Bir zaman sonra bende onun ailesiyle tanıştım. Belki tanırsın... babası Haldun Koşar, hani ''mimar gençlik'' diye bir kurumu var? Genç mimarlara iş, staj ayarliyor. Koşar holdingin kurucularından. Babamla çok iş yapıyorlardı. Bazen iş yemekleri aile arasında olduğu için her zaman görüşüyorduk. Çok güzel vakit geçiriyorduk. Her gün buluşmaya başladık. Gün geçtikce daha da fazla bağlandık birbirimize. Ne o bensiz, ne de ben onsuz durabiliyorduk. Aynı okulları okuduk. Aynı masaları paylaştık. Sonra ikimizde mimarlık bölümünü kazandık. Beraber 3 sene okuduk bu okulda... Sonra

-...

-sonra o gece... o son gece. 3 sene önce, Nisan'ın doğum günüydü. 20 Nisan akşamı onu yemeğe çıkardım. Yemek yedik... sonra boğaza karşı yürüdük. Bir pastaneyle anlaşmıştım. Banka oturduğumuzda pasta geldi, Nisan mumları üflerken havai fişekler patlamaya başladı... O gün bana '' bugün benim en mutlu günüm. Eğer öleceksem şimdi öleyim bu sevinçle, bu mutlulukla karşılayım ölümümü.'' demişti olacaklardan haberdarmış gibi... Ben tam bir motor tutkunuydum. Şimdi sevemiyorum. Yarışlara da katılamıyorum. O gün en sevdiğim spor motorumu kullanmıştım. Geri dönüş yolunda çok yağmur yağıyordu, yerler de kaygandı haliyle. Tekerlerini değiştirmemiştim idare eder diye. Otobanda ilerlerken bir araba sollarken frenlerim tutmadı, motor kaydı öndeki kamyona çarptı ve şarampole yuvarlandık. Ben kendimdeydim uzun bir süre. Ama Nisan... 2, 3 metre ilerde gözleri kapalı yerdeydi... kanlar içinde. Yanına gidebildim sadece... elini tuttum, öptüm. Bana ''seni hep sevdim'' dedi sonrasını bende hatırlamıyorum. Polisler olay yerine gelindiğinde Nisan'ın hayatta olmadığını belirtti. Son nefesinde beni sevdiğini söyledi... 3 sene geçti bu olayın üstünden. 3 senedir uykularım firarda. 3 senedir aynı sınıfı tekrarlıyorum, 3 senedir gülmüyorum... gülemiyorum. 3 senedir varmışımda yokmuşum gibi... Nisan yanında beni de götürdü sanki. Onsuz olmaz dediğim kız yok. Oysa ben hep onunla hayal etmiştim kendimi.

-ne diyeceğimi bilmiyorum... Aslında tam da şu an sözün bittiği yer. Allah'ın rahmeti boldur, inşallah güzel bir makama erişmiştir. Seni şimdi daha iyi anliyorum. Üzgünsün, kendini suçlu hissediyorsun ve kendine mutlu olmayı yasaklamışsın. Şöyle düşün... En azından nerede olduğunu biliyorsun. En azından sulayacağın toprak, çiçek götürebileceğin bir yer var. En azından ona seslendiğinde seni duyabildiğini biliyorsun. Ne kadar acı çeksende onunla beraber geçirdiğin zamanı hatırlayarak gülümseyebilirsin. Şimdi sana bu dünya hiç yaşanır gibi gelmese de Nisan için yaşamalısın. O'nun yapamadığını sen yap. O'nun hayallerini sen gerçekleştir. O'nun istediği gibi yaşa. Seni böyle kendini cezalandırarak yaşadığını görünce mutlu mu olacak sanıyorsun? Aksine... daha da üzülecektir.

-haklısın...

-Bana Nisan'dan bahsedebilirsin eğer seni rahatlatıyorsa. İnsan sevdiğini unutmamak için elinden geleni yapması lazım bence. Onun adını duyunca mutlu olman lazım artık... Ondan bahsedince eskisi gibi yüzünün gülmesi lazım belki de. Ha birde, eğer istersen Nisan'ın hayallerini beraber gerçekleştiririz?

-sahiden yapar mısın bunu?

-tabi ki !

-annesi günlüğünü okumam için vermişti... ama hiç cesaret edip okuyamadım. Yapamadım...

-o zaman demek ki vakti geldi. Günlükten başlayabiliriz. En büyük hayali mimar olmaktı değil mi?

-en büyük mü bilemem... ama hayallerinden birisiydi.

Bu konuşmadan sonra arabanın olduğu yere gittik. Beni evime bıraktı ve yarın okuldan sonra günlüğü beraber okumak istediğini belirtti.

Bütün gece yaşadıklarını düşündüm. Bütün bu olan biteni... çok zor bir durum. Aslında Buğra'nın da neden böyle olduğunu anlayabiliyorum. Kimse yanında değil. Okuldakiler bir damga yapıştırmış: egoist. Tamam da neden öyle? Hiç soran yok tabii... Bu durumda asıl onlar egoist olmuyor mu? Etrafındakiler ne yapıyor? Ne yaşıyor? Hiç sormuyorlar, soruşturmuyorlar.

Ertesi gün okuldan sonra Buğra'yla buluştuk söz verdiğimiz gibi. Beni evine götürdü. Annesi ve babası evde yoktu yine, hizmetcileri bize pasta ve çay getirdi. Yedikten sonra daha önce girdiğim çalışma odasına doğru ilerliyordum Buğra seslendi: - oraya gitmiyoruz, burdan...

Hatırlarsanız ilk geldiğimde bir odaya girmiştim yanlışlıkla... ve Buğra çok sinirlenmişti. İşta o odaya girdik beraber.

- Bu odaya çok uzun zamandır girmiyordum. Sanırım Nisan'ı unutmak istedim. Ama sen bir şeylerin farkına varmamı sağladın. Bu odaya girmem lazım. Hatıralarımızla yaşamam lazım. O varken nasılsam şimdi de öyle olmam lazım.

-duvarı kaplayan fotoğrafı gösterek- Bu o mu?

-evet... Nisan.

-çok güzelmiş gerçekten.

-çok güzeldi... Simsiyah düz uzun saçları vardı. Kömür gözleri, kiraz dudakları vardi. Bana bakınca gözlerinin içi gülüyordu. Her gün buluşmamıza rağmen özlüyordum onu. Sanki beraberken dünya duruyordu, veya sadece bizim için dönüyordu. Ondan başka hiç bir kızı görmüyordum. Her seferinde bana ''gözlerine söyle gülmesin, her baktığımda yeniden aşık oluyorum'' diyordu. O sözünü hiç unutamıyorum mesela.

Sustu... dolaptan küçük bir sandık çıkardı. İçinde Nisan'ın günlüğü vardı: Bordo kadife kaplı bir defter. Yanına oturdum. Biraz duraksadı açmadan önce. Ben ''hadi'' dedikten sonra açabildi sadece.

İlk satırları okumaya başladı, gözleri yaşlı sesi titrek... 10 sayfa kadar okuduktan sonra kapattık defteri. İlk satırlarında Buğra'yı anlatmış. Ne kadar sevdiğini, neden sevdiğini...

Şu cümleleri kaldı aklımda: ''Sevdim seni Buğra. Bir annenin evladını sevdiği gibi. Şefkat gördüm sende, aşkı buldum, sevmenin ve sevilmenin en yüksek derecesini yaşadım seninle. Sevdim seni Buğra, kimseyi sevmediğim kadar. Kimsenin yerini dolduramayacağı kadar.''

Buğra'yı daha iyi tanıyorum artık. Davranışları, sert çıkışmalarını, şakalarını, sinirlenmesini... her şeyi daha iyi anliyorum.

- İlk on sayfadan pek bir şey öğrenemedik...

-seni ne kadar sevdiğini ve bağlandığını öğrendim.

-abartmış biraz

-aşkta abartı olmaz Buğra :)

Haha duyanda on kere aşık oldum sanar var ya ! Amacım artistlik yapmaktı zaten bildiğimden değil ki. Hayatım boyunca hiç aşık olmadım diyebilir miyim bilmiyorum. Aşk nasıl? Nedir? Tam kestiremiyorum.
Ben kendimi bildim bileli bilyalarla oynayan Eylül'üm. Laz damarı tutan, derede yüzmeden yayladan çıkmayan, çayların arasında büyüyen Eylül işte. Ha birdee babasının biriciğiydim. Yani bir zamanlar öyleydim.

Biraz oturduktan sonra odadan çıktık. Bir kadın yaklaştı.

- Eylül sınıftan arkadaşım. Buda annem Feryal.

-memnun oldum efendim.

-çıkıyor musunuz yemek hazır olur birazdan

-Eylül kalır mısın?

-annem merak eder ben gideyim teklifiniz için teşekkür ederim inşallah bir başka zaman.

-anneni ararım ben, kalsana bırakırım sonra.

Israrları üzerine kalmayı kabul ettim. Zaten nazik davranacağım diye kendimi çok kasıyorum. Heyecan yaptım sanırım biraz ayy kendine gel Eylül. Ohhf bir iki üç tıp ! dört beş altı tıp!

Bir Eylül sabahıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin