17. Bölüm

921 53 13
                                    

''aramakmış oysa sevmek, özlemekmiş oysa sevmek bulup bulup yitirmekmiş düşsel bir oyuncağı...''

Bu sarsıcı aradan sonra ders çalışmaya başladık. Yani daha çok Buğra çalıştırdı beni. Aslında çok çalışkan bir genç. Onun için çocuk oyuncağı... 3 senedir aynı sınıfı tekrarladığına bakmayın, isteseydi çok yüksek makamlara gelebilirdi. Buğra sayesinde anlamadıklarımı anladım. Çok güzel bir öğretmen oldu. Arada da şakalaşmayı ihmal etmedi. ''afferim çocuğum''lar ''otur sıfır''lar... hem çalıştık hem eğlendik. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Akşam yemeği saati gelmişti. Aşağı indiğimizde babası masadaydı İlk defa görüyorum babasını, beni görür görmez ayağa kalktı.

-Hatice?

-Hayır Hatice değil Eylül efendim.

Şaşkın bir hali vardı. Neden bana Hatice dediğini de anlamadım... Biraz duraksadıktan sonra ''demek o meşhur Eylül sensin'' diyerek masaya oturdu. Anlaşılan yokluğumda benden bahsediliyor bu evde. İlk görüşte sert gibi gözüksede konuştukca ne kadar tatlı ve şakacı olduğunu öğrenebiliyoruz aslında. İlerleyen saatlerde laf lafı açtı ve o soru: - baban ne işle meşgul?

Buğra araya girdi: -babasından bahsetmesek?

-önemli değil Buğra, ne merak ediyorsanız sorabilirsiniz. Bu sorudan her seferinde kaçamam sonuçta.

-bu konu rahatsız ediyorsa konuşmayız bizde.

-rahatsızlık demeyelimde acıtıyor diyelim, daha doğru olur.

Babasının merakını gidermemiş olmalıyım ki üsteledi: -neden acı?

-Bazen hayat sizi hiç beklemediğiniz bir duruma sokar. Sevdiklerinizi uzaklaştırır mesela, ve ne zaman onlardan bahsedilse bir hüzün kaplar içinizi ve acı işte o anda belirir. İçinizde de acı bir tat bırakır...

-peki o acı geçecek gibi mi?

-''Bu da geçer ya hu''

-akıllı bir kıza benziyorsun. Gereğinden fazla olgunlaştırmış hayat seni...

-öyle olması gerekiyordu.

Buğra araya girdi: - biliyor musun baba, Eylül'de Akçaabat'lı

Hemen atladım: -sizde mi yoksa?

-Orada doğdum ama gerçek bir akçaabatlı mıyım bende bilmiyorum. İşleri büyütünce İstanbul'a yerleştim sonra evlendim, oğlum oldu burada kaldım. Buraya geldikten sonra Akçaabat'a hiç uğramadım. Ortamahallede oturuyorduk, tanır mısın?

-tabi ki orada büyüdüm ben.

-sarı bir ev var hemen caminin arkasında. Kapının üst tarafında ''Yelkovan 1958'' yazıyor. Duvarında 2 tane beyaz boyayla el izleri olması lazım daha duruyorsa...

Buğra araya girdi: -biraz daha konuşursanız akraba çıkacaksınız yaa

-peki izlerin altında da 1976 mı yazıyor?

-evet?

-Tanıyorum o evi. Bizim evin yanındaki terkedilmiş ev.

Babası bu son sözümden sonra duraksadı, derinlere daldı. Anlyamadım bu tavrını... Buğra'nın ''biz artık kaçalım'' demesiyle evden ayrıldık.

Ertesi günü ve ondan sonraki günleri Buğra'nın çalışma odasında geçirdim. Her akşam çalışıyorduk. Çalışmaya çok geç kalmıştım açıkcası... Buğra da olmasa kesin sınıfta kalırdım hiç bir şey anlamıyorum! Ne zaman bu kadar ilerledik biz? Buğra'nın yardımıyla çok zaman geçmeden toparladım kendimi.

Bir Eylül sabahıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin