''Yok elimde sabırdan öte bir kozum''
Tatil moduna girmiştim artık. Daha da önemlisi girebilmiştim. Sonunda! Tüm sene bu günü bekler öğrenci. Sınavların bitmesini, sonuçların açıklanmasını...
Evet baylar bayanlar. Şu an karşınızda 4. seneye geçmeye hak kazanan bir Eylül duruyor! Başarmışım!!! Çok şükür bu seneyi başarıyla tamamladım. Tüm bunlar tabi ki Buğra sayesinde. Ne çok şey yaşadım değil mi? Ne çok şey yaşadık! Şimdi dönüp arkama bakıyorum da... Tüm bu olanlar on ay içerisinde mi oldu? Ne acayipsin dünya... Ne çok acayip.
Şu anki huzurumu sizlere tam anlamıyla anlatamam belki de. Elif, Onur, Sedef, Atınç, Buğra... Sınıf arkadaşlarımın büyük bir kısmının yüzü gülüyordu. İnsan daha ne ister?
Başarmanın verdiği mutlulukla hemen Yusuf'u aradım.
-Yusuuuuf, Yusuf'um!
-Aldın mı? Tamam mı?
-Bir sene daha yaklaştım hayallerime!
-Seninle gurur duyuyorum! Hadi hazırlan seni almaya geliyorum, bunu kutlamalıyız
-Akşam çıksak olur mu? İki saat sonra sınıftakilerle buluşacağız... Ali'nin mezarını ziyaret edeceğiz.
Öyle deyince onaylayıp kapattı telefonu. Eğer yaşasaydı Ali, bu günümüzde oda yanımızda olacaktı. O'da bizimle buluşup sevincimizi paylaşacaktık. Belki de aramızda en çok o mutlu olacaktı. En çok o sevinecekti başardığına. Belki nişanlısı Zehra'da bizimle beraber yemek yerdi, sohbet ederdik. Eğer bu kadar çabuk ayrılmasaydı yanımızdan tüm bunları o da yaşayacaktı. Ama Yaratan böyle uygun görmüş. Ne diyordu Bakara suresi? 'Sizin hayır gördüklerinizde şer, şer gördüklerinizde hayır vardır. Doğrusunu siz bilmezsiniz Allah bilir".
Mezarlığın girişinde buluşup içeri girdik. Tüm sınıf buradaydı. Herkes teker teker ellerindeki çiçekleri bıraktı toprağa. Bizden önce gelen olmuş, bu büyük ihtimal Zehra'dır. Sevdiği adamı bu güzel gününde yalnız bırakamazdı değil mi? ''Onu tebrik etmek boynumun borcu'' mu demiştir? Gözlerinden damla damla yaşlar mı akmıştır onu tebrik ederken?
Sevinç gözyaşları hüzün gözyaşları oldu bugün. Herkesin gözleri buğulu... teker teker konuştular Ali'yle. Bazıları daldı çok uzaklara, bazıları komik anılarını anlattı, bazıları tebessüm etti sadece. Toprağını okşayanlar oldu, sulayanlar... Kızanlar da oldu! ''oğlum hani beraber maç yapacaktık'', ''kaybettiğin iddiayı ödemedin hala bana, aklımda ha unutmadım!'' vs.
Tüm cümleler buruktu. Hüzün içeriyordu her biri. Yutkunmak istedim yutkunamadım. Boğazımda bir düğüm... Gözlerimden aktı sanki tüm söyleyeceklerim, söyleyemediklerim.
Buğra yanımda fısıltıyla ''bu diplomayı ikimiz adına alacağım'' dedi. Döndüm hemen yüzüne! Gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Hiç kıyamadım, hem de hiç! Gidip sarılmak istedim sımsıkı. Yaşlarını birer birer silmek istedim. Ama sadece bakabildim yüzüne, öylece...
Mezarlıktan sonra restorana gidecektik. Onur rezervasyon yaptırmış önceden. Ama kim bilir ne kadar pahalıdır... Onlarla gidersem sadece su mu içeceğim? Kafamda bin bir soruyla herkesin arabaya doğru ilerlemesini bekledim. O sırada Buğra yaklaştı:
-hadi gelmiyor musun?
-Ben gelmesem?
-Gelmesem mi? Saçmalama geliyorsun!
-Yok yaa... Gidin siz.
-Ben sana soru sormadım, geliyorsun dedim. Bu bir emirdir laz kizı!
-baş üstüne ortak! Ama... Beni 5 dakika bekler misin? İpek burada yatıyor. Onu göreyim, zaten gelecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Eylül sabahı
RomanceBir Eylül sabahı; ''Çünkü herkesin siyah bir denizi vardır...'' Karanlık bir cukurda yapayalnız kalmış gibi hissettiğim günler oldu. Denizin mavisi bulanıp siyaha döndüğü günler de, gökyüzünde tutunacağım hic bir yıldızın olmadığı zamanlar da oldu...