Ertesi gün Yusuf'la annesini eve davet ettik. Öncesinde hep beraber vakit geçirdik ve daha sonra yemek yiyip günümüzü sonlandırdık. Meral teyze yani Yusuf'un annesi çok tatlı, çok güzel kalpli bir kadın. Aynı zamanda da annemin çok sevdiği arkadaşlarından bir tanesi. İstanbul'a gelmesiyle biraz ayrı düşseler de hep iyi olup olmadıklarından haberdarlardı her ikisi de.
-annem artık hep burada kalacak, benimle beraber.
-bu çok güzel bir haber! Eski günlerdeki gibi... Hep beraber olacağız.
-eskiden her şey çok güzeldi. Ne bileyim... Her şey ve herkes daha güzel geliyordu gözüme. Sanki zaman geçtikçe insanlar da niyetleri de değişmiş gibime geliyor. Buralar çok kötü olmuş. İnsanlar ve niyetleri kararmış zamanla sanki.
-Yaşadığımız dünyada her zaman iyiler ve kötüler vardı Yusuf. Sadece biz çocukken herkesi iyi sanıyorduk. Ya da şansımız vardı ki... Hep iyi kişilerle muhatap olduk. Ben kötüyü ne zaman gördüm biliyor musun? Nagehan halamın vefatının sorumlusunu tanıyınca. Eniştemde o kötülüğü gördüm. Ve kendi kendime söz vermiştim o zamanlar: Hiçbir zaman onun kadar kötü olmayacağım ve onun gibilerden uzak duracağım. Ve ne zaman Nagehan halam gibi acı çeken birini görürsem ona yardım etmek için elimden geleni yapacağım. Küçükken anlamıyordum. Ama büyüdükçe halamın ölümünde benimde bir payım olduğunu düşündüm.
-hayır hayır, Eylül... hayı...
-Evet Yusuf. Var... Halamı tavanda asılı gördüm ben. Sallanıyordu cansız bedeni. O an ufak bir travma yaşadım. Çocukluğuma damga vuran andı o. Asla unutamıyorum biliyor musun? Her an gözlerimin önüne geliyor hala bugün. Eğer susmasaydım, eğer babama anlatsaydım tüm gördüklerimi. Eğer ufacık çıtlatsaydım halamın durumunu, her gün maruz kaldıklarını... Olaylar bu noktaya asla gelmeyecekti.
-Allah yazmış ve biz yaşıyoruz Eylül. Kendini suçlama. Böyle olması gerekiyordu ve oldu. Senin elinden hiçbir şey gelmezdi. Söyleseydin yine de halan o gün o saatte hayatını kaybedecekti ve sen buna engel olamazdın.
Yusuf'un söyledikleri bir nebze de olsa rahatlatmıştı içimi. Başımı omuzuna koydum. Rahat değildi belki, ama kendimi o kadar güvende hissettim ki o an. Tüm gece bu şekilde kalsam şikâyetçi olmam her halde. Güven veriyor bana, yüzümü gülümsetiyor. İçime her seferinde ferahlık giriyor onunla konuşunca, buluşunca.
Ya diyorum! Bir insan nasıl bu kadar sevilir? Kendi kendime hep soruyorum. Her insan gibi bir ağzı, iki gözü iki kulağı var. Zebranın zebraya benzediği, kendinin kediye benzediği gibi... O da standart bir erkeğe benziyor. Ama gelin görün ki benim gözümde herkesten farklı. Sanki başka gülüyor bana. Sanki daha değişik bir dil konuşuyor, farklı bir bakış açısı var, kalbi sanki sadece benim için atıyor. Yusuf'la beraberken kendimi hiç olmadığı kadar sevilmiş hissediyorum. Sanki yerimi yurdumu bulmuş gibi seviniyorum. Sahipleniyorum onu. Başka kimse bakmasın görmesin istiyorum. Sadece benim, hep benim kalsın istiyorum.
Meral teyzenin ''hadi oğlum gideyruk artuk geç oldu insanlar yatmak ister da'' demesiyle başımı ışık hızıyla omuzundan kaldırdım. Bizi o halde gören anneler birbirlerine bakıp gülümsedi. Bu ne anlam ifade ediyor?
Ertesi gün Aya'yla birlikte dondurma yedikten sonra projemizi gerçekleştireceğimiz mekana gittik. Çocuklar vardı. Bu sefer ilk gördüğümden daha fazlaydılar. Sağda solda takılıyorlardı bu rutubet kokulu köhne binada. Bizi görünce üzerlerine çeki düzen verdiler. Elimizde bir kamera vardı. Evet, bugün Elçin'e göndereceğimiz video için buradayız. İki üç çocuk ile röportaj yaptık. Daha sonra mekanı çektik. Çocukların her zaman yaptıklarını gösterdik. Oynadıkları oyunları, söyledikleri şarkıları, çaldıkları enstrümanları vs. Onların da yetenekleri olduğunu ve bu yeteneklerinin daha iyi şartlar içerisinde ele alınması gerektiğini gösterdik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Eylül sabahı
عاطفيةBir Eylül sabahı; ''Çünkü herkesin siyah bir denizi vardır...'' Karanlık bir cukurda yapayalnız kalmış gibi hissettiğim günler oldu. Denizin mavisi bulanıp siyaha döndüğü günler de, gökyüzünde tutunacağım hic bir yıldızın olmadığı zamanlar da oldu...