"Bugün... yudum yudum içtim seni hatıralardan bir kadeh" (8)
Hava soguk ve sert esiyor artık. Kar şiddetini daha da artırdı şu son günlerde. Eve kendimi zor atiyorum. Artık eve ''acıktııım'' diye değil de, ''donduuuum'' diye giriyorum.
Okula vardığımda ilk dersin boş olduğunu öğreniyorum. Buğra henüz gelmemişti... gözlerim Elif'i aradı. Tanımadığım kızların yanındaydı, rahatsız etmemek için gitmedim yanlarina. Yalnız beklerken bir köşede karşı duvardaki afiş dikketimi çekti. Üzerinde kocaman ''yılbaşı balosu'' yazıyordu. Yaklaştım... O sırada Onur geldi yanıma:
-geliyorsun değil mi?
-baloya mı?
-Evet. Çok güzel geçiyor genelde... Bütün okul orada olacak, çok eğleneceğiz!
-hmm... bilmiyorum. Anneme sormam lazım
Ben Onur'la konuşurken Elif geçti yanımızdan. Bakışları korkutucuydu. Ne oldu? Anlayamadım. Onur da bir değişik bakıyordu. Bilmediğim bir şeyler dönüyor burada. Hayırlısı!
Onur yanımdan ayrılır ayrılmaz Buğra geldi.
-bende geç kaldım sanıyordum ders boşmuş
-evet iptal oldu
Beraber kantine gittik. Girer girmez herkesin bakışları bize çevrildi. Bir masaya oturduk.
-haftaya balo varmış, gidecek misin?
-daha o var yaa değil mi! aklımdan tamamen çıkmış. Giderim. Sen geleceksin değil mi?
-bilmiyorum... Yani anneme sormam lazım.
-ben varım yaa izin verir, vermezse söyle ben konuşurum
Okul çıkışı bir kafeye gittik. Menü verdiler önümüze. Bu kadar kahve çeşiti olduğunu bilmiyordum! Resmen menü yapmışlar. Adını bile zor telafuz ettiğim kahveleri özel içmek için geliyor buraya insanlar. Ne garip...
Şaşkınlığımı koruyordum ki garson geldi ''ne alırsınız efendim?'' Bildiğimden şaşmadım tabi ki: Türk kahvesi. Buğra'da aynısından olsun dedi ve günlüğü açtı. Uzun uzun okudu. Ve ben de dinledim.
Nisan... o kadar temiz kalpli, o kadar iyi bir kızmış ki. Eğer onu tanısaydım ben de çok severdim. Hatta sanırım büyük bir ihtimal en yakın arkadaşlarımdan birisi olurdu. Gün geçtikce kendimi ona daha çok yakın hissediyorum. Sanki benim düşüncelerimi o hayata geçiriyormuş gibi. Sanki ben düşünüyordum ama o yapıyormuş gibi...
Bu sayfalardan yılbaşı yaklaştığında yetimhanedeki çocuklara oyuncak alıp götürdüğünü anlatmış. İlk önce gidip kaç kız kaç erkek olduğunu öğrendip daha sonra kimin ne sevdiğini öğreniyormuş. Düşünsenize... 30 çocuk varsa, o 30 çocuğun ne istediğini, nelerden hoşlandığını soruyormuş. Ve birebir ilgileniyormuş...
Günlüğü kapattıktan sonra Buğra'nın yüzünün düştüğünü gördüm.
-ne oldu?
-3 senedir o çocuklara hediye gitmiyor. Nisan gittiğinden beri ben de ihmal ettim. Her sene giderdik. Her sene Nisan teker teker yanlarına gidip onlarla sohbet ederdi. Acılarını paylaşırdı. Biraz da olsa güldürürdü yüzlerini. Ama 3 senedir hiç uğramadım... O gittikten sonra onunla beraber bütün her şey gitmişti sanki. Her şey bitmişti. Ama hayatın devam ettiğini seninle anladım. Sen bana anlattın.
-ne duruyoruz o zaman Buğra? Hadi kalk! Gidelim. 3 sene önce hangi yetimhaneye gidiyorsanız bugünde oraya gideceğiz. Hiç bir şey için geç değil. Düşün ki bu üç senedir sen aslında uzun bir seyahate gittin. Kendini toparlaman uzun sürdü. Aslında buradaydın. Aslında her şeyinde farkındaydın belki. Ama farzet ki yakın bir zaman da döndün. Kötü zamanlar geçirdin. Ama şimdi değiştin. Artık eski Buğra yok. Artık Nisan'ın tanıdığı Buğra var. Hayatın devam ettiğini bilen, ne olursa olsun ve ne yaşanırsa yaşansın gülümseyebilen Buğra var. Yanılıyor muyum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Eylül sabahı
RomanceBir Eylül sabahı; ''Çünkü herkesin siyah bir denizi vardır...'' Karanlık bir cukurda yapayalnız kalmış gibi hissettiğim günler oldu. Denizin mavisi bulanıp siyaha döndüğü günler de, gökyüzünde tutunacağım hic bir yıldızın olmadığı zamanlar da oldu...