"Birden gecem tutarsa güneşi çevirin bana''
Sabah gözlerimi açtığımda lavanta buketiyle karşı karşıyaydım. Özenle seçilip, beyaz dantelli kurdeleyle birleştirilmişti. Böylece daha üzerindeki notu okumadan Yusuf'un odama uğradığını anlamış oldum. Çünkü sadece Yusuf bilir lavantaları sevdiğimi.
''Lavanta sadakat demekti, sen bu sadakatini, güvenini ve umudunu hiç kaybetmemişsin, iyi ki. Allah'a çok dua ettim dün gece, seni tekrar kazanmama izin verdiği için. Saat 8'de hazır ol, seni kaçırmaya geliyorum.''
Hemen saate baktım: 7.48! Nereye götürecek ki beni bu halimle? Üzerimi değiştirmeye bile vaktim yok...
Birkaç dakika sonra odaya geldi. Kalkmamda yardımcı oldu, serumu tekerlekli serum askısına taktı ve kolumdan tutarak çıkardı odadan.
-hemşireler biliyor mu beni götürdüğünü?
-evet evet
-peki nereye gidiyoruz?
-bu durumda pek uzaklaşamayız zaten, seni hava almaya çıkarıyorum.
Dışarı çıktık. Biraz yürüdük ama çok geçmeden yorulduğumu anlamış olması lazım ki bir taş bulup oturduk.
-lavantalar için teşekkür ederim bu arada... Çok güzeller. O kadar uzun zaman olmuştu ki koklamayalı...
-hatırlıyor musun? Küçüktük. Sen 7, ben de 10 yaşlarındaydım sanırım. Yaz günüydü... Yaylaya gitmiştik tüm mahalle. Ulaşılması zor olan bir yerde lavantalar açmıştı. Sen onlara bakıp ''keşke elimiz ulaşsaydı'' demiştin.
-Bir saat geçmeden lavantalardan taç yapıp bana getirmiştin. Sonra da ''hiçbir şey ulaşılmaz değildir. Yeter ki nasıl ulaşacağını bul.' demiştin.
-Sen de annene gidip ''Yusuf beni prenses yaptı'' demiştin
-ve herkes gülmüştü
-Seni gerçek bir prenses yapacağım günler de gelir ve o gülen kişileri davet ederiz. Davetiyeye de ''kızımız prenses oluyor'' yazarız.
Beni güldürmeyi başarmıştı. Gerçi o geldiğinden beri gamzelerim hep çukur ve ağzımı hep kulaklarımda hissediyorum. Ne çok mutluyum Allah'ım, ne çok huzurlu... Başımı omuzuna koyup saatlerce onu hissetmek istiyorum. Kokusunu içime çekip varlığı için müteşekkir olmak istiyorum.
Sanki bunca zaman yaşamıyordum. Sanki tüm benliğimi kaybetmiştim. Artık her şey o kadar güzel ve pembe geliyor ki... İnsanın çatıya çıkıp bir ''oh'' çekesi geliyor. Yenilmedim, umut ettim ve kazandım deme şekli olan bir çığlık atasım geliyor en bir avazım çıktığı kadarından.
-Sanki her şey yolundaymış gibi, sanki hiç bir şey olmamış gibi, sanki sensiz kalmamışım gibi... güneş doğuyordu, ay batıyordu, her hafta kuruluyordu mahallenin pazarı, Vilmaris anne çiçeklerini suluyordu, her şey kaldığı yerden devam ediyordu ! Çok acayip bir şeymiş şu ayrılık dedikleri... Nefes alıyoruz ama kimse yaşamıyor, kanlar içindeyiz ama hiç kimse ölmüyor. Hileciymiş bu sensizlik kömür gözlü... İçim kan ağlasa da yüzüm gülüyordu. Sen bana umut oldun, ''günaydın'' diye sevdiğim sabahım oldun. Canım var ya bir tane? İşte sen neydin biliyor musun? taa içi. Canımın en içi.
Sımsıkı sarıldı bana. Ve devam ettim :
-Her sabah seni görme umuduyla uyanıyordum. Bekle dediğine göre bir gün gelecektir diye umut ediyordum. Her zil çaldığında kalbim hop ediyordu. Her arkamdan seslendiklerinde ürperiyordum. O kadar senin olmasını hayal ettiğim kişiler oldu ki hayatımda... Bundan sonra beni asla bırakma olur mu kömür gözlü ? Kulağıma ''kavuşma şarkısını'' fısılda, ve sımsıkı sarıl bana hiç bırakmayacakmışsın gibi, Ve hep yanımda kalacakmışsın gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Eylül sabahı
RomanceBir Eylül sabahı; ''Çünkü herkesin siyah bir denizi vardır...'' Karanlık bir cukurda yapayalnız kalmış gibi hissettiğim günler oldu. Denizin mavisi bulanıp siyaha döndüğü günler de, gökyüzünde tutunacağım hic bir yıldızın olmadığı zamanlar da oldu...