''Gözlerimiz önce Allah'a sonra birbirimize açalım.Gel tüm günahlardan kaçalım.''
Başhekim hala içerdeydi Eylül'ün ailesi geldiğinde. Annesi koşar adımlarla yaklaştı.
-Eylulum, kizum.. Nasil kıydular sana... Nasil yaptilar bunu! Elleri kirılsın, kör kuyularda yansınlar inşallah
Babası yanıma gelip durumunu sordu. Yoğun bakımda olduğunu söyleyince içeri girmek istedi. Tam o sırada başhekim çıktı odadan. Halil İbrahim amca şaşkın bir ifadeyle yaklaştı:
-Yu...Yusuf oğlum?
-Ta kendisi!
Sımsıkı sarıldılar. Çok yakın olmaları lazım ki birden bu kadar sıcak bir ortam oluştu. Eylül'ün durumunu doktorlarına sorduktan sonra yandaki banklarda oturduk. Hatice abla bir köşeye çekilmiş gözleri ıslak dua ediyordu. Efulim'in yüzü düşük Aya'yla ilgileniyordu. Halil İbrahim amca ve başhekim yanıma geldiler.
-Buğra oğlum bu nasıl oldu? Siz beraber değil miydiniz? Eylül aradı sabah, sizinle vakit geçireceğini söyledi. İzin vermemiştim; her gün berabersiniz dedim bugünde babana yardım et. Ama allem etti kellem etti ikna etti. Keşke kararımda kalsaydım, göndermeseydim...
Her şeyi anlattım. Başhekimle Halil İbrahim amca üzgündü...
-Eylül'le bu durumda karşılaşacağım aklımın ucundan geçmezdi be amca... O kadar sene geçti aradan. Ben hep bu günü hayal ettim, kavuşacağımız günü hayal ettim. Ama böyle değil. Amca bu kavuşma yakışmadı bize...
-Hiç yakışmadı evladım, hiç. Seni çok bekledi. Eylül pek sevmez kendi dertlerinden bahsetmeyi. En iyi sen bilirsin. Ama geceleri onu duyardım, hıçkırıklara boğulurdu yalnız kaldığında. İstanbul'a hiç gelmeyecektim aslında ben... Ama kızımı kaybediyordum yavaş yavaş. O kazadan sonra çok değişmişti. Ders notları düştü, sana ulaşamaması onu yıpratmıştı. Bende çareyi Akçaabat'tan uzaklaştırmakta buldum. Kendimi suçlu hissediyordum sizi ayırdığım için ama sonradan senin İsviçre'ye gittiğini duydum. Eylül hepten yıkıldı bunu duyunca. Ümitsizliğe düştü. Sanki bir daha hiç birleşemeyecekmişsiniz gibi davranıyordu. Sonra da benim kaybolmam... Eylül çok zor günler geçirdi Yusuf, çok. Hep yalnızdı. Her şeyi içine atar, kimseye dertli olduğunu göstermez. Gün boyu gülümserdi. Şimdi sen geldin, tam mutlu olacak derken bu saldırı... Akıl sır ermiyor.
-Bende İsviçre'ye gittiğim günden beri bu günü bekledim. Görüştüğümüzde sarılıp sevinecektik... Çok hayallerim vardı. İnşallah o günlerde gelecek, Eylül ayağa kalkacak.
-İnşallah oğlum. Sen de başarılı bir başhekim olmuşsun. Hayırlı olsun, senin başaracağını biliyordum. Baban gurur duyardı seninle. Sen bana babanın emanetisin.
Hiçbir şey anlamıyordum! Onlar konuşuyordu ben dinliyordum. Fakat anladığım söylenemez. Tek bildiğim şey Yusuf'un Eylül'ü çok yakından tanıdığı ve bir kazadan sonra her şeyin değiştiği. Eylül bana bu konu hakkında tek bir söz söylemedi. Hiç bahsi bile geçmedi. Bu kadar önemli bir konuya yabancı kalmışım. Demek ki benden gizlediği şeylerde varmış.
Yusuf muayene yerine tekrar döndü, çalışması lazımdı sonuçta... Akşam mesaisi bitince yanına gittim. Beyaz önlüğünü çıkartıyordu içeri girdiğimde.
-Eylül mü uyandı? Bir şey mi oldu?
-Yok hayır, her şey yolunda. Çay içelim mi?
Kabul etti ve aşağıya, kafeteryaya indik.
-Eylül senden hiç bahsetmedi bana... Kaza dediniz, İsviçre dediniz, emanet dediniz. Hiçbir şey anlamadım!
-Sende merak ettin haliyle. Peki sen kimsin? Eylül'ün neyi oluyorsun?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Eylül sabahı
Roman d'amourBir Eylül sabahı; ''Çünkü herkesin siyah bir denizi vardır...'' Karanlık bir cukurda yapayalnız kalmış gibi hissettiğim günler oldu. Denizin mavisi bulanıp siyaha döndüğü günler de, gökyüzünde tutunacağım hic bir yıldızın olmadığı zamanlar da oldu...