27. Bölüm

506 38 8
                                    

''Seni sevince kıpırdayan her şiiri kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.''

Buğra bugün yeni bir eve taşınıyor. Okuldan sonra Aya'yı kreşten alıp odasını boşaltmaya gittik beraber. Nisan'a ayırdığı odaya girdik. Hala duvardaki resim, gramofon, plaklar ve tango fotoğrafları duruyordu odada. Kıyamadı o görüntüyü bozmaya... Ama bu hatıraları kendi evine taşıması lazımdı.

Birer birer tüm eşyaları özen ve titizlikle kartonlara yerleştirip bantladık. Her şey tamdı, sadece Nisan'ın o dev fotoğrafı duruyordu odada. Buğra'yı yalnız bırakıp Aya'yla ilgilenmeyi tercih ettim. Yüzündeki burukluğu ve hüznü görebiliyordum. Bu Buğra için ikinci bir ayrılıktı. Nisan'la kurduğu bu düzeni bozdu. Beraber astıkları fotoğrafları çıkardı, zevkle dinledikleri gramofonu götürdü, Nisan'ın severek cam kenarına yerleştirdiği tek kişilik sarı koltukları da taşıdı. Tek bir iz bile yoktu artık o fotoğraftan başka. Elinde olsa onu da bırakmazdı ama duvarla bitişikti. Dayanamadı, biliyorum. Söküp yeni evine götürmek istese de yapamadı. Dakikalarca karşısında durmuş fotoğrafı seyrediyordu... Yanına gittim ve omzuna dokunarak ''aynısını yeni evine de yaptırırsın...'' dedim. Yüzüme baktı:

-belki de yaptırmamam lazım...

-neden?

-gözümün önünde oldukça unutamıyorum.

-unutmak mı istiyorsun gerçekten?

-ne istediğimi bilmiyorum Eylül...

-Unutmak istemiyorsun bence. Unutma zaten... Bu kadar büyük bir aşk yaşamalı. Unutmak yakışmaz ki. Hem bu kadar severken nasıl unutabilirsin? Nisan'ı kalbinde yaşatırsın, her gün güzel anılarla anarsın onu. Evinin her köşesine Nisan'dan bir parça bırakırsın... Hem yakınında hissedersin hem de çok uzağında. Nisan'ı unutmak istemiyorsun sen. Yokluğuna alışmak istiyorsun. Ve Aya sana bu yolda yardımcı olacak. O küçük kıza tutunacaksın. Nisan kalbinde, Aya yanında devam edeceksin hayatına. Ne diyor Cahit Zarifoğlu? ''Seni unutmaya çalışmak en fazla sana benzeyen bir şiir okuyana kadar...''

-istesem de unutamam zaten. Nisan şurama kazılı. Tam şurama, kalbime. Öyle bir kazıdım ki onu oraya... Kanadı. Mühre oldu; onu düşündükçe kanıyor tekrar. Oluk oluk akıyor. ''Özlemek 7 harf, 3 hece, her gece...'' diyor Asaf, her gece her gün... Her saat ve her saniye... Hiç dinmiyor özlemim. Hiç geçmiyor acım.

-''özlemek, ölmekten sadece iki harf fazla be çocuk''

-Cemal Süreya...

Kasım amcanın ''kamyon geldi'' demesiyle çıktık odadan. Aya'yı da alıp yeni eve geçtik. Tüm eşyalar yerleştirildi. Çok güzel ve sıcak bir ortam oluştu birden. Çok şık döşemiş evini, zevkli yani... Eh; mimar olduğunu belli etmesi lazımdı değil mi?

-hadi gel, Aya'nın odasını göstereyim sana! O kadar güzel oldu ki!

Beraber yukarı çıktık. Aya'nın uykusu geldiği için sütünü içirip yatırdı Buğra. Odası gerçekten de çok güzel olmuş. Her yeri pembe beklerken beyaz bir odayla karşılaştım. Beklemiyordum açıkçası. Ama o kadar saf ve temiz duruyordu ki oda; beğenmemek elde değil. Aya uykuya daldıktan sonra tekrar aşağı indik. Mutfağa oturup kahvemizi içerken Buğra Nisan'ın kadife kaplı günlüğünü çıkardı.

-sonlara yaklaştık artık...

-emin misin şimdi okumak istediğinden?

-eninde sonunda okunacak.

Yavaşça açtı kapağını ve okumayı bıraktığımız yeri açtı. Önce duraksadı, sayfayı okşadı. Kıyamıyordu okumaya... İstemiyordu günlüğün son bulmasını. Ne kadar acıdır sevdiği kişinin son cümlelerini okumak kim bilir. Ben bunu Yusuf'un son mektubunu okurken hissediyorum. Hep tekrar okuyorum o mektubu. Korkuyorum başına bir iş gelmesinden, kaybetmekten. O Yusuf'tan bana kalan son şey. O mektup beni kendime getiren şey. En önemlisi o mektup Yusuf'la aramızdaki son bağ. O mektup bana umut oldu. Yusuf o mektupta döneceğine söz verdi...

Bir Eylül sabahıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin