10. Bölüm

877 56 4
                                    

'' kalp öyle savunmasız ki öyle yorgun düşmüş ki elinden tutmalı...'' (8)

Beraber yemeğe oturduk. Annesi, Buğra ve ben. Babalarının iş seyahatinde olduğunu öğrendim. Bu gidişle hiç tanışamayacağız anlaşılan.

Masadayken sessizlik oluştu. Sonra annesi benimle ilgili sorular sormaya başladı. Biraz heyecan yaptım sanırım. Elim ayağıma dolandı. Stres yapınca bazen aksanım değişiyor. Her cümlemin sonunda ''da'' eklememek için zor tutuyordum kendimi resmen! Ehh insanın içinde olunca...

-baban ne iş yapıyor? Belki tanıyoruzdur. Soyadınız ne?

O an dilim düğümlendi sanki... Bir şey diyemedim. Sustum... uzun uzun sustum sadece. Babamı sordu. 5 senedir görmediğim yüzü sordu bana. 5 senedir sesini duymadığım, boynuna sarılamadığımı sordu. Yaramı sordu. Her gün daha kuvvetli kanayan yaramı.

Buğra'nın gözlerine baktım. İçine içine, ''kurtar beni'' dercesine. Sonra Buğra girdi araya:

-yok tanımıyoruz anne. Neyse ben Eylül'ü bırakayım. Geç oldu.

Beraber çıktık. Beni eve bıraktı.

-yarın okulda görüşürüz

-okuldan sonra buluşalım mı?

-olur, ama dışarda buluşalım. Her seferinde beni mi bırakacaksın böyle?

-sen benim için vaktini ayırıyorsun, ben neden ayırmayayım?

Gülümsedim.

Ertesi gün okula gittim. Birbirimize açıldığımız o günden sonra sanki her şey değişti. Buğra değişti. Konuşmaları, tavırları... Herkesi şaşırtıyordu. Kimse anlamıyordu bu değişimi. Ama hoşlarına gitmişti orası kesin.

Bu güne kadar kimse gelip sormamış. Neyin var? Bir kılıf uydurmuşlar ve bu kılıfın içerisine hapsetmisler Onu. Ne aramışlar ne de sormuşlar. En yakın arkadaşları biliyor tabi ki bu durumu. Ama yardım etmek yerine uzaklaşmak istemişler. Zenginlerde öyle mi oluyor? Düşene bir tekmede onlar mı atıyor? Yerden kaldırmak yerine ellerini mi saklıyorlar? Paran var. Ailen var. Arkadaşların var. Ama kalbin yok (?)

Hep beraber takılıyorduk. Okulda, okuldan sonra. Ben neredeysem Buğra'da orada. Buğra neredeyse ben orada. Ayrılmaz ikili misali...

Kimse bilmiyordu neden bu kadar yakındık. Kimse görmüyordu Buğra'nın değişmek için o gayretlerini. Nisan için yaşamın elinden tuttuğu o ipi... Kimse bilmiyordu O'nun hissettiklerini. İçindeki fırtınaları, esintileri... Ama güneş doğmaya başladı. Bu güne kadar hep ayı görüyordu. Karanlıktaydı. Karanlıkta ilerliyordu, yalnız. Ama ben onu bırakmayacağım. Bir zaman gelecek pes edecek. Yine eski Buğra olmak isteyecek çünkü bu yük ona ağır gelecek. Ama pes etmesine izin vermeyeceğim. Destek verip yine ayakta kalmasına, devam etmesine yardımcı olacağım. Hayatta hiç bir şey kolay değil, ve olmayacak. Kolayı istemek tembellik değil de ne? Zor olsun ki imtahan olsun.

-Buğra bekleee

-hadi hadi çabuk dolmuşu kaçırıyoruz

-ya dursana oğlumm! ben sen gibi antrenmanlı değilim

Durdu. Ona ulaşınca:

-sahi, sen spora yazılmadın mı?

-yok ben müzik bölümündeyim

-sen ve müzik? İlginç... ne çalıyorsun?

-ney üflüyorum. Çalmak bana göre değil vesselam

Güldü. Ve beraber ilerledik. Dolmuşa yetiştik. Geçen akşam gittiğimiz balıkcıya gittik. ''İsmail abi her zamankinden'' dedim. Sanki 10 çeşit varmış gibi...

Tabureler çekildi, eldivenler çıkarıldı. Ve günlük masada yerini aldı. Biraz köşe tarafa oturmuştuk yalnız kalmak için. Açtı sayfayı.

İlk satırlarını okumaya başladı:
-Seni öylesine düşündüm ki,
Öylesine, yaşama'dan önce.
Senden başka bir şey... Sonrası yok. Islanmış, yazılar kaybolmuş!

-senden başka bir şey yok sanki.
Ama nasıl da varsın derim sana,
Düşüncelerimce.
Seni öylesine, buldum ki,
Öylesine, kendimden fazla.
Yalnız sensin gölgesiz,
Ayrılmamacasına, yanımda.
Akların arasında karan,
Karaların ortasında akınla.

-Şiirlerle aran iyi galiba

-Özdemir Asaf. Çok severim.

-okul çıkışı kafeye gitmiştik. Bizim hemen yan masamızda bir çift vardı. Çok yakın olduğumuz için duyuluyordu konuşmaları. Adam kadına bu şiiri okumuştu ardından da evlenme teklifi yaptı. Sanırım o gün yazdı bu sayfayı...

Diğer sayfaya geçti. Her sayfa yeni bir gün demek. Bugünde 10 gün kadar okuduk. Çok soğuktu hava daha fazla devam edemedik. Bu sayfalarda daha çok Buğra'yla olan anılarını anlatmış. Bu yüzden bildiklerimizden fazla bir şey öğrenemiyoruz.

Sahil boyu yürüdük.

- Eylül...

-efendim?

-sen hiç aşık oldun mu?

-aşk... çok büyük bir kelime.

-boşver zaten çok bağlanıyorsun sonra ben gibi...

-aşktan korkmamak gerekiyor bence. Bağlanmak çok güzel, sevmek çok güzel, sevilmek daha da güzel olmalı. Anlıyorum şimdi.. ne kadar çok seviyormuşsunuz birbirinizi!

-Mühim olan çok sevmek değil çünkü herkes çok sevebilir. Mühim olan güzel sevmek Eylül. Ve eminim o kocaman kalbin mutlaka biri için değişik bir hızla atacak. Sende o duyguyu tadacaksın. Umarım sonu bize benzemez. En güzeline layıksın.

-inşallah bende bir Buğra bulabilirim o zaman?

-Her Nisan'a 1 Buğra. Her Buğra'ya da 1 Nisan vardır elbet :)

Gülüştük. Arabaya vardık. Beni her akşam olduğu gibi evime bıraktı. Annem aramızda dostluktan öte bir ilişki olduğunu düşünmeye başlamıştı artık. Bu benim canımı acıtmıştı işte. Bu düşüncesi... Annem bile böyle düşünüyorsa sınıftakiler neler düşünmez?

Biz çok sıkı bir dosttuk. Ve bu değişemezdi. Ben ona karşı olması gerektiğinden farklı duygular besleyemezdim içimde. Evet, hoş çocuktu. Evet, zarif ve nazikti. Evet, komik ve yakışıklıydı. Evet... Bir kızın hoşuna gidebilecek tüm özelliklere sahip bir gençti. Fakat ben o gözle bakamazdım. O Nisan'a ait. İsmi başkalarıyla yakışmaz ki. Olmaz yani, olamaz. Hem... neyse.

Her gün okul çıkışı 1 saatimizi günlüğe ayırıyorduk. Her gün okuyorduk yazdıklarını. Buğra çok mutluydu ve O'nu böyle görmek benide çok mutlu ediyordu. İkimizde çok bahtıyar gençlerdik :p

Kış kendini göstermeye başlamıştı artık. Bu senenin son günlerine girdik. Bir sene daha yaşlanıyoruz. Bir sene daha ekleniyor yaşantımıza. Ve bir sene daha babasızlık çöküyor üzerimize. Kar kendini göstereli baya oldu. Her evin avlusunda kardan adamlar var. Bazen eve 2 durak önce iniyorum sırf kardan adamları izlemek için.

Bir gün yine 1 durak önce indim dolmuştan. Evin yolunu tuttum. Çok güzel bir evin bahçesinde küçük bir kız babasıyla kar topu yuvarlıyordu. Muhtemelen kardan adam yapmak için. O kadar çok eğleniyorlardı ki ! Bundan 5 sene öncesine kadar bende babamla yapıyordum. Büyümeme rağmen o kardan adam yapılırdı avluda. Çok güzel vakit geçirirdik. Bitirdikten sonra da bir bardağa kar doldurdup sobanın karşısına otururduk hep beraber. Babam ''Hatice sultan getur pekmezi üşuduk da'' dediğini işitir gibi oldum o gür ve aynı zamanda samimi sesiyle... Canım babam. Ses tellerini bile özledim! Yüzünü bırak, kokusunu bırak, bakışını, şefkatini bırak. Ses telinden bahsediyorum! Özledim. 5 sene geçti... babasız 5 sene. Hiç tamamlanamadık. Hep eksik uyanıyoruz güne. Ne zaman babam evin kapısından ''selamun aleykum çekirdek ailem'' diye girecek işte o zaman tam olacağız. Ama simdilik... eksiğiz. Bekliyoruz. Sabırla gelmeni bekliyoruz.

Bir Eylül sabahıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin